30 Ocak 2008 Çarşamba

Mektupların Efendisi

Mektupların Efendisi 1: Savaş

Şövalye kararlıydı. Hayır, hiçbir şey Leydi Emelio'ya yazdığı mektubun yerine ulaşmasına mani olamazdı. "Çek kılıcını!" dedi. Mozilla Thunderbirdus'un cüssesi, EgoMaster'ın en az iki katıydı. Yine de düşmanının kararlılığı bir tereddüt oluşturmuştu Mozilla'da. Bu sefer sağ kurtulamayacaktı galiba. Pis pis sırıtmaya başladı. Uç kısmı testere gibi tırtıklı olan kılıç, kabzasına doğru binlerce kurbanın kanının ağırlığını taşıyamayıp eğilmişçesine kavisliydi. Binlerce cesur e-postanın kanı yerde mi kalacaktı? "Onları bir daha asla göremeyeceksin!" diye kükredi Mozilla Thunderbirdus. Kılıcını kaldırdı ve kendi göğsüne sapladı. Kılıcın saplandığı yerden yayılan kör edici ışık bütün savaş alanını doldurdu. Geriye sadece bir savaşçı kalmıştı. Biraz önce Mozilla'nın durduğu yerin yanında diz çöktü EgoMaster. Acaba e-postalarını bir daha görebilecek miydi? Leydi Emelio bu satırları okuyabilecek miydi?

Mektupların Efendisi 2: Diriliş

İki küçük fare, ufacık bir parça peynir için ölümüne kavga ediyorlardı. Karanlığın, rutubetin, izbeliğin mekânı olan bu yerde fareler bile bir garipti. EgoMaster, Ölübüyücülerini sevmezdi. Aslına bakarsanız büyücülerin hiçbirinden hoşlanmazdı. Ama bu sefer mecbur kalmıştı. Leydi Emelio'yla mektuplaşmak için Mozilla Thunderbirdus'a ihtiyacı vardı. Havadaki küf kokusunun yoğunluğu, EgoMaster'ın içini kaldırmıştı. Ölübüyücüsünün kokusu ise çok daha kötü tepkiler uyandırmıştı. Büyücü, gözlerini kaldırıp EgoMaster'a baktı. Alnında doğal olmayan üçüncü bir göz daha açıldı. "Para." EgoMaster cebinden çıkardığı 20YTL'yi büyücüye verdi. İstediği miktarı almamış olacak ki, büyücü bu sefer daha yüksek sesle, daha vurgulu olarak tekrarladı. "Para!" 50YTL daha el değiştirdi. "PARA!" dedi büyücü üçüncü kez. "Abartma!" diye kükredi EgoMaster. Büyücü aldığı cevaba dair hoşnutsuzluğunu bir homurtuyla belli ettikten sonra arkasını döndü ve bir tezgâh üzerinde mırıldanarak çalışmaya başladı. Neler söylediği anlaşılmıyordu. Belki de bilinen hiçbir dilde değildi söyledikleri. EgoMaster neler yaptığını görmeye çalıştı ama büyücünün sırtındaki devasa kamburdan başka bir şey göremedi. Hiç beklemediği anda arkasını döndü büyücü. Elinde bir şişe tutuyordu. "İşte!" Kadınlığından pek eser kalmamış olan büyücünün sesi, tırnakların tahtaya sürtüldüğünde çıkan sesten çok daha kötüydü."Reinstall'a Restartinal" dedi. Bu büyünün adıydı. EgoMaster şişeyi aldı ve yerdeki cesedin yarasının üzerine döktü. Tıpkı ölüm anında olduğu gibi parlak bir ışık sardı her yeri. Ancak geçen sefer ışık Mozilla'nın bedeninden dışa doğru akıyordu. Bu sefer tam aksi yöndeydi. Fareler kavgayı bırakıp kaçıştılar. Mozilla'nın parmaklarının ucu, EgoMaster'a belli belirsiz hareket ediyormuş gibi geldi. Derken karanlık geri döndü. Beklediler. "Eee?" dedi EgoMaster. Büyücü tepkisizdi. "Eee?!" Mozilla aniden gözlerini açtı. Etrafını inceledi, sonra doğruldu. O geri dönmüştü. Mozilla Thunderbirdus dirilmişti. Kötü kalpli Amon Internet'in gönderdiği "NullUpgrade" büyüsünün etkisinden kurtulduğundan yine EgoMaster'la müttefik olacaktı. Mektuplar güvendeydi artık.

Mektupların Efendisi 3: Kurtuluş

-Benim peynirim.
-Hayır benim! Bırak!
Konuştuklarını insan diline çevirsek böyle olurdu şüphesiz. İşin garip yanı, her ikisi de o peyniri yemeyeceklerdi. Zira ne hastalanıyor, ne üşüyor, ne de acıkıyorlardı. İki küçük fareden dişi olanının adı Zingarella, erkek olanının adı Sebastian'dı. Yaklaşık olarak 1000 yaşındaydılar. Hiç acıkmadıkları halde küçücük bir peynir parçası için neden mi birbirlerini yiyorlardı? Ölümsüz olunca zaman geçmiyordu da ondan. 1000 yıl önce, Elvira adındaki bir kıza, babası tarafından hediye edilmişlerdi. Çok sevdiği babası hediyeyi verdikten birkaç gün sonra öldürülünce, Elvira farelere giderek daha fazla bağlanmış, zamanla saplantı haline getirmişti. Ama bir farenin ömrü, bir insana göre çok kısadır. Elvira bunu önce Sebastian, kısa bir süre sonra da Zingarella öldüğünde acı bir şekilde öğrendi. Maalesef fareler ölmek için geç kalmışlardı. Evcil hayvanlarını o zamana kadar çoktan saplantı haline getirmiş olan Elvira, babasından bir anı olarak gördüğü fareleri diriltmenin yollarını aramaya başladı. İki yıl boyunca aslında yasalara aykırı olan Ölübüyücülüğü hakkında bilgiler aradı. Sonunda da buldu. İlk dirilme seansından sonra bir hafta yaşadılar. Sonraki seaslarda giderek ustalaşmaya başladı Elvira. Öyle ki, en sonra dirilişlerinden bu yana 429 yıl geçmişti. Tüm kıtada Elvira'dan daha iyi bir Ölübüyücüsü daha yoktu. EgoMaster da bu yüzden ona gitmişti zaten. Farelerin yarı çürümüş bedenlerini, simsiyah gözlerini, burunlarını, dişlerini ve turnaklarını gördüğünde pek tepki vermemişti. İğrenenlerden, çığlık atanlardan sonra, fareler bu tepkisizliği ilginç bulmuştu. EgoMaster'ın çok daha iğrenç bulduğu şeyler olmuştu anlaşılan. Yine de Elvira'nın müşterileriyle fazla ilgilenmezdi fareler. Bu yüzden peynirle oynuyorlardı. İşte ne olduysa, o anda oldu. EgoMaster şişenin içindeki büyülü sıvıyı Mozilla'nın cesedinin üzerine döker dökmez odanın içi dışarıdan içeriye doğru akan bir ışık seliyle doldu. Mozilla'nın ruhu -kim bilir hangi âlemden- bedenine geri dönüyordu. Fareler, 200 yıldan uzun bir süredir dışarı çıkmıyorlardı (Sebastian'ın bir kediyle talihsiz bir münasebeti olmuştu, kaburgalarından 2 tanesi hâlâ meydandadır, Elvira ondan sonra dışarı çıkmalarını yasaklamıştı). 200 yılda ışık nedir unutmuşlardı tabii. Üstelik, bu alelade bir ışık değildi. Şiddetli bir rüzgâra benzeyen bir etki yaratıyor, mumları söndürüp unufak ediyor, duvardaki taşları aşındırıyor, demir parmaklıkları eğiyordu. Önce Sebastian fark etti parmaklıkların kaçabilecekleri kadar eğildiğini. Zingarella'yı dürtükledi. Arkalarını dönüp Elvira'ya baktılar. Işık gitmişti. EgoMaster'la birlikte Mozilla'nın doğrulmasını bekliyorlardı. "Hem karanlık, hem arkası dönük, hem de üçüncü gözü kapalı. Bu fırsat kaçmaz" dedi Sebastian. Ve gittiler. 1000 yıllık esaret son bulmuştu. Ne Mozilla'nın doğrulmasını, ne EgoMaster'a göğsünün üzerinde taşıdığı mühürlü zarfı verişini, ne EgoMaster'ın "Leydi Emelio'dan mektup var" diye havalara sıçrayışını, ne de Elvira'nın, artık her duygu gibi merak ve şaşkınlığı da unutmuş olmasına rağmen EgoMaster'a ağzı açık bakışını görebildiler. Ama kilometrelerce uzakta olmalarına rağmen, Elvira'nın yokluklarını fark ettiğinde attığı çığlığı duydular.

Mektupların Efendisi 4: Taraflar

Kaçak Zingarella ve Sebastian ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Uzatmalı hayatlarından o kadar sıkılmışlardı ki önce ölmeye karar verdiler. Uçurumlardan atlamayı düşündüler. Sonradan, çoktan unutmuş oldukları ışıl ışıl güneşin vurduğu muhteşem manzarayı, hafif meltemle dalları hareketlenen bitkilerin yere düşen gölgelerinin dansının güzelliğini, ama hepsinden önemlisi özgürlüğü hatırladılar ve bu kararlarından vazgeçtiler. 1000 yıldır görmedikleri dünyayı gezmeye, hafızalarındaki görüntülerle karşılaştırıp ne kadar değiştiğini anlamaya çalıştılar. Ovalar, tepeler, şehirler birbirlerini kovaladı. Gördükleri güzeldi ama 1000 yıl öncesini hatırlamak zordu tabii. Yine de o uğursuz dağa çıkana kadar keyifleri yerindeydi.
"Kukuleta Dağı", adını kırılıp yana doğru devrilmiş zirvesinden alıyordu. Dağın zirvesinin neden böyle olduğu bilinmiyordu. Aşağı doğru inildikçe eğim iyice azalıyor, nihayet eteklerinde çok hafif bir rampa haline geliyor, şu haliyle de uzaktan bakıldığında hakikaten büyücülerin kukuletalarını andırıyordu. Ancak, özellikle dik kısımlarına tırmanılması neredeyse imkânsızdı. Sayısız mağaralar, bu ilginç doğa yapısını içini boydan boya kat ediyordu. Zingarella, Elvira'yı fark ettiğinde bu mağaralardan birinin yakınındaydılar. Zaten Zingarella'nın 6. hissi her zaman kuvvetli olmuştur. Hemen mağaralardan birinin içine girdiler. Gelen, Elvira'nın kendisi değildi aslında. Bir gölge, bir suret, uğursuz bir rüzgârdı. Ama yanında bunca yıl geçirdikleri kişiyi nerede olsa tanırlardı. Gizlendiler. Elvira onları görmedi. Ancak uzaklaşmadı da. Başka bir şeyin peşindeydi.
Farelerinin kaybolmasından bu yana 2 ay geçmişti. O günden beridir de hayat hikâyesi defalarca gözünün önünde canlanmıştı. Babası öldükten hemen sonra, Ölübüyücülüğü hakkında bilgi aramaya başlamıştı. Şansı yaver gitmiş, çok kısa bir sürede bulmuştu. Fareler hatırlamıyordu ama, Ölübüyücülüğünü öğrendikten sonra, alıştırma yapabilmek için onları kendi elleriyle öldürmüştü. İlk diriltme denemesi, farelerin tekrar tekrar ölümü, ustalaşana kadar canını dişine takması, 6 ayda insan diriltecek duruma gelmesi, en nihayetinde babasını diriltmek için mezarını açması ama sadece bir iskeletle karşılaştığında yaşadığı hayal kırıklığı hâlâ gözlerinin önündeydi. Babasını o halde diriltmek istememişti. 2 aydır bir yandan bunları düşünerek gölge suretiyle dolanmaktan tüm enerjisini ve hammaddelerini tüketmişti. Zira yapması çok zor bir büyüydü. Fakat çıldırmak üzereydi. Ne an be an üzerine çöken yalnızlığa, ne de gölge suretine geçtiğinde bedeninin moleküllerini bir arada tutacak konsantrasyonun baskısına dayanamayacak duruma gelmişti. Fareler bilmiyordu ama, Elvira artık onları aramıyordu. Yine de saklanmakla akıllılık ettiler. Çünkü Elvira'nın peşinde olduğu şey, çok az canlının bildiği bir şeydi. 1000 yıldır farelerinden bile gizlemeyi başardığı bir sırdı. Korkunç bir sır: Daha önce "NullUpgrade" büyüsüyle Mozilla Thunderbirdus'u yoldan çıkaran ve EgoMaster'la savaşmasını sağlayan Amon Internet'in ini.
Gölge geçip gitmişti ama Zingarella, Elvira'nın varlığını hâlâ hissediyordu. Dağın içinde bir yere inmiş olduğunu, hareketsiz durduğunu hissediyordu. Onları aramıyorduysa, ne yapıyordu bu kadın? Dikkatli bir şekilde saklandıkları mağaradan çıktılar. Sadece Elvira'dan değil, onun kötülüğünün çektiği uğursuz yaratıklardan da sakınarak ilerlediler. Zingarella'nın müthiş duyuları sayesinde Elvira'yı bulmak kolay olmadı. Gördükleri manzaraya ise ikisi de hazırlıklı değildi. Kimse de hazırlıklı olamazdı zaten. Elvira gölge suretinden sıyrılıp yine cisimleşmiş, ancak bir enerji balonunun içinde hapsedilmişti. Balonun içinde şimşekler çakıyor, her şimşek çakışında Elvira'nın yüzü acıyla daha çok geriliyor, Elvira bağırdıkça Amon Internet daha çok bağırıyordu. O gün Kukuleta Dağı'nın yakınlarından geçenler, aniden bastıran çok hiddetli bir fırtınadan bahsedecekler, gördüklerini "Kadim Tanrılar'dan birinin gazabı" olarak tasvir edeceklerdi. Hiç de haksız sayılmazlardı. Fareler konuşulanları anlamıyorlardı ama göründüğü kadarıyla Elvira uyuyan bir devi uyandırmış, bedelini de hayatıyla ödeyecekti. Orada kalamazlardı. Amon Internet konusunda birilerini uyarmalıydılar. Artık güvenli olan tek yer vardı. EgoMaster'ın şatosunun yolunu tuttular. İnden ayrılırlarken, Sebastian şöyle bir arkasına baktı. Gözlerini iyice kısıp Elivra'nın ıstırabını izledi. Sanki söylenenlerden bir ipucu yakalamak istermiş gibiydi. Sonra tekrar önüne döndü ve Zingarella'ya yetişti. Tek amacı EgoMaster'a ulaşmak olan Zingarella, Sebastian'ın bu hareketini fark etmedi bile.

Mektupların Efendisi 5: Firarî

Kaç gün geçtiğini bilmiyordu bile EgoMaster. Küçücük hücrede volta atmaktan vazgeçmişti çoktan. İçinde bulunduğu durumu kabullenemediğinden midir bilinmez, sürekli yaşadıklarını başa sarıp tekrar oynatıyordu. Batıda büyük bir tehlikenin geri döndüğü, yıllardır esir olduğu zindandan kurtulduğu yönünde söylentiler yayılmaya başlamıştı. Mozilla Thunderbirdus'u durum hakkında bilgi edinmesi için göndermiş, ancak aradan bir hafta geçmesine rağmen bir haber alamamıştı. EgoMaster, hücredeki duvarların durmadan kendisine hatırlattığı tutsaklığın da etkisiyle "Umarım Mozilla'nın durumu benden iyidir" diye düşündü. Mozilla gittikten birkaç gün sonra o garip "his" başlamıştı. EgoMaster bunu doğru düzgün tanımlayamıyordu. Bir şey sürekli olarak tetikte olmasını söylüyordu kendisine. Bazen arkasında biri olduğu hissiyle ansızın dönüyor ancak kimseyi göremiyordu. Birkaç kez belli belirsiz bir hareket yakalar gibi olmuştu ama sonra bunun hayal gücünün bir oyunu olduğu kanaatine varmıştı. Bu duygular içerisinde Leydi Emelio'yla buluşmak, ona dikkatli olmasını, sarayındaki güvenlik önlemlerini arttırmasını söylemek üzere yola çıkmıştı ama yolun yarısını biraz geçtikten sonra pusuya düşürülmüştü. O günden beri de bu uğursuz hücredeydi. Tutsak düşmesiyle ilgili kafasına takılan çok önemli bir konu vardı. Leydi Emelio'yla kalesinde buluşmayacaklardı. Bunun için özel bir yer belirlemişlerdi. Peki EgoMaster'ın izleyeceği yolu nereden biliyorlardı da pusu kurmuşlardı? Leydi Emelio bile bu güçle işbirliği yapmışsa, kim kaçabilirdi bu kötülükten?
Emelio'yla buluşmak üzere yola çıkmadan önce bütün önlemleri almıştı EgoMaster. Zaten son günlerde iyice paranoyak olmuştu. Söylentiler de iyice azıtmıştı. Bazen yabanlıkta, bazen şehirde gezen, bir gölgeden bahsediliyordu. Bu gölgeyi meydana getiren bir cisim yoktu. EgoMaster, o gölgenin sahibini az çok tahmin edebiliyordu aslında. Koca krallıkta o kadar güçlü tek büyücü vardı. Acaba Elvira'nın bu şekilde dolaşmasındaki amaç neydi? Kimin tarafındaydı? Ne arıyordu? Şehirlere yaklaşmasını sağlayacak kadar önemli olan şey neydi? Her şey çok karışıktı. Önünü göremiyordu EgoMaster. Tedbiri elden bırakmamaya karar verdi. Güvendiği büyücülerden birine Antivi Virüsika büyüsü yaptırmaya karar verdi. Böylece uzaktan görüş yeteneğine sahip hiçbir gözde, hiçbir kristal kürede görünmeyecekti. Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıktı. En çok rahat ettiği zırhını giydi, en keskin kılıcını kuşandı ve en hızlı küheylanına atladı. Yolun tam ortasında Düğmeli Vadi'yi geçmek zorundaydı. Yüzyıllardır oyduğu vadinin içinde yüzyıllardır akan nehir, taşıdığı alüvyonlarla yukarıdan bakıldığında düğmeye benzeyen adacıklar oluşturmuştu. Alüvyonlar verimli topraklardı. Adacıkların bazıları tarım yapılacak kadar büyüktü. Diğerlerinde ise birbirinden güzel çiçekler, ağaçlar vardı. Seyredilmesi gereken bir manzaraydı. EgoMaster da başına ilk darbeyi aldığında manzarayı seyrediyordu zaten. Nereden geldiğini anlamamıştı. İlkini anlayamamıştı da ikincisini anlayabilmiş miydi sanki? Yine de attan düşerken kafasında özellikle ikinci darbenin yönü vardı. Düşer düşmez birkaç takla da kendi attı. Eti kesmek üzere şekillendirilmiş metallerin taşa ve toprağa işlemedikleri için çıkardıkları acı dolu sesi işitti. Yuvarlanarak birkaç darbeyi savuşturmuştu anlaşılan. Hemen ayağa kalkıp kılıcını çekti. Daha önce hiç görmediği yaratıklar vardı karşısında. Cüsseleri aşağı yukarı EgoMaster kadardı. EgoMaster neden kılıç, gürz gibi silahlar taşıdıklarını anlamamıştı. Bedenen de tepeden tırnağa silahlıydılar. Uzun tırnaklar, ağızları kapalıyken bile görünen sivri dişler, dirseklerde uzun ve sivri kemik çıkıntıları... Yine de dövüş iyi gidiyordu. Birkaç saattir dövüşüyordu ama dikkati mucizevî bir şekilde dağılmamıştı. İki tanesini haklamış, bir tanesini yaralamıştı EgoMaster. Dördüncüsünün açığını yakalamış, öldürücü darbeyi vuracaktı ki hareket edemez oldu. Rakipleri de dövüşü bıraktılar. Her şey karardı. Gözünü açtığındaysa zindandaydı.
Zingarella'yla Sebastian, Elvira'yı Amon İnternet'in ininde bıraktıktan sonra günlerce EgoMaster'ın kalesinin dehlizlerinde dolaşmışlar, nihayet içeri girmenin bir yolunu bulmuşlardı. Ondan sonra EgoMaster'ı bulmak nedense çok kolay olmuştu. Ancak bir sorun vardı: Nasıl iletişim kuracaklardı? EgoMaster'ı Amon İnternet konusunda nasıl uyaracaklardı? Bu konuda sıkı bir münakaşaya girmişlerdi ki EgoMaster'ın Turkcellio büyüsü yaptığını duydular. Karşı taraftan billur gibi bir ses "istersen ben boyut açayım canım, sana yazmasın" dedi. Fareler münakaşayı bırakıp izlemeye koyuldular. EgoMaster hemen buluşmaları gerektiğini söyledi. Yeri ve zamanı belirleyip iletişimi kestiler. EgoMaster da silahını ve zırhını kuşanıp rüzgar hızıyla yola çıktı zaten. Yolda da bir büyücüye uğradı. Sonra da Lost Eden şehrinden çıktı. Tabii ki farelerin bir küheylanın hızına yetişebilmesi mümkün değildi. Ancak yere yakın olduklarından iyi iz sürüyorlardı. Düğmeli Vadi'nin çıkışına yakın bir yerde bir dövüşün izlerini gördüler. Akbabalar henüz soğumamış iki cesedi parçalamaya çalışıyordu. Zingarella ve Sebastian'dan, hatta Elvira'dan bile önce yeryüzünden silinmiş bir ırktı bu. Biraz ileride, EgoMaster'ın küheylanını ot yerken buldular. Durum iyi değildi anlaşılan. Yerdeki izlerin yönünden EgoMaster'ı nereye götürdükleri belli olmuştu: Lord ADSL'in kalesine.
EgoMaster, iki küçük fareyi gördüğünde yüzünü ekşitti önce. Böyle bir zindanda fare olmasını bekliyordu tabii ama hoşnutsuzluğu bir nebze daha atmıştı yine de. Ancak biraz daha dikkatli baktığında bu fareleri bir yerde görmüş olduğunu fark etti. Simsiyah gözler, bir tanesinin meydanda olan iki tane kaburgası. Tabii ya! Elvira'nın fareleriydi bunlar! Demek Elvira, EgoMaster'ın tarafındaydı. Farelerini gönderdiğine göre... Fareler kendi başlarına hareket ediyor olamazlardı ne de olsa. Bir müttefiki olduğunu düşünmek EgoMaster'ın keyfini biraz yerine getirdi. Ama esas farelerden birinin ağzında bir anahtar taşıdığını görünce neşelendi. Kendini tutamasa, gardiyan niyetine arada bir devriye gezen zebanilerden çekinmese başını arkaya atıp kahkahalarla gülecekti. Artık içini kemiren "Leydi Emelio ne durumda acaba" merakından da kurtulabilirdi. Kendini toparlayıp hemen hücresinin parmaklıklarını açtı. Uçarcasına koşmaya başladılar. EgoMaster fareleri izliyordu. Nereye gittiklerini biliyor gibiydiler. Ancak zebanilerden biriyle karşılaştıklarında fazla uzaklaşamamışlardı. Bağırarak bir şeyler söyledi zebani. Çan sesi duydular. Alarm verilmişti. Ondan sonra arkalarında, daldıkları her koridorda, döndükleri her köşede artan savaş naraları olduğu halde kaçmaya başladılar. EgoMaster arkasına bakmaya gerek bile görmüyordu. Ya kaçacaklar, ya öleceklerdi. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen merdivenlerden aşağı indiler ve labirent gibi zindanlardan çıkıp mağaralara daldılar. EgoMaster da, fareler de daha büyük bir gayretle koşmaya başladılar. Çok uzun ama dümdüz bir mağaraya girmişlerdi. Mağaranın ucunda nihayet günışığı görünmüştü ki arkalarındaki naralar kesildi. Aynı anda önde koşan Zingarella öyle bir ani durdu ki, EgoMaster üzerine basacaktı neredeyse. Farenin çıkışa bu kadar yaklaşmışken yaptığı harekete anlam verememişti önce. Zingarella kafasını kaldırıp yukarı baktı. Her ne kadar birbirleriyle konuşamasalar da, EgoMaster Zingarella'nın kafasından geçenleri hemen anlamıştı. Cevaplanması gereken iki soru vardı: Birincisi, zemini titreten ve giderek artan bu gürültü de neyin nesiydi? İkincisi, Sebastian hangi cehennemdeydi?

Mektupların Efendisi 6: “Yerine oturan taşlar”

Yer o kadar sallanıyordu ki değil koşmak, ayakta durmak bile zordu. İkisi de arkalarına bakmadıkları halde kendilerine doğru neyin yaklaşmakta olduğunu, göz ucuyla gördüklerinden biliyorlardı. Bütün zemin çatırdıyor, sonra taşlar birer birer aşağı çöküyor, oluşan boşluktan yayılan kırmızı ışık duvarlardan yansıyordu. O ışığın kaynağının ne olduğunu ne Zingarella, ne de EgoMaster biliyordu ama iyi bir şey olması imkânsızdı: Ya lavlardı, ya da cehennem. EgoMaster küçük Zingarellayı eline aldı ve var gücüyle koşmaya başladı. Sarsıntının şiddetinin arttığını, cehennemin yaklaştığını hissediyordu. Düşmemesinin tek sebebi, ayaklarının yere neredeyse değmiyor olmasıydı. Tünelin ucunda bir ışık göründü. Ama ayaklarının altındaki taşlar sarsılmaktan öte, o ayağını çekerken düşmeye başlamışlardı. Ölüme de, çıkışa da çok yakındı.

Sebastian, Zingarella'yla EgoMaster'ın yanından ayrıldıktan sonra bambaşka bir yol izlemişti. Ufacık bedeniyle zebanilerin arasından kolaylıkla sıyrılmıştı. Kafasında tek şey vardı: Elvira'yı bulmak. Zingarella, kaçtıklarından beri tek başına hareket ediyordu ancak Sebastian, Elvira'nın casusuydu. Kukuleta Dağı'nda, Elvira'yı Amon Internet'in ininde tutsak ve ıstırap içinde bulduklarında, Zingarella EgoMaster'dan yardım istemeye karar vermişti. Tam ayrılacaklarken varlıklarını hisseden Elvira, kendisine daha sadık olduğunu bildiği Zingarella'yla telepatik bir bağlantı kurmuş, yardım istemişti. Onca gürültünün arasında Elvira'nın dediklerini anlayabilmek ayrıca zor olmuştu Sebastian için. Hatta Zingarella'nın biraz gerisinde kalmıştı ama Zingarella'ya fark ettirmeden yetişmeyi başardı. Sonra da Lord ADSL'e esir düştüler zaten. O zamana kadar Elvira'ya yardım etmekte kararsız olan Sebastian, kaçıp Elvira'nın yanına dönmeye ve yardım etmeye kadar verdi.

Işık, hayat gibiydi. EgoMaster'ın gözleri zindanda geçen günlerden sonra ışığa alışmamış olduğu için midir, nedendir bilinmez tünelin dışındaki manzarayı hiç görmüyordu. Sadece ışık vardı. Deliler gibi koştu ve kendini ışığa fırlattı. Zingarella da, EgoMaster da kendilerini sol tarafa doğru fırlattılar. Onlar daha yere düşmeden tünelden bir alev seli fışkırdı. Yer çökmeye, çöken yerlerden lavlar fışkırmaya ve alev seline dönüşmeye devam etti. Sonra sarsıntı hafifledi, çukurun ilerleyişi durdu. EgoMaster, nefesini tutmuş olduğunu, ciğerleri patlamaya niyetlenip göğüs kafesini zorlamaya başladığında fark etti. Zingarella zaten nefes almadığından öyle bir sorunu yoktu. EgoMaster cehenneme açılan upuzun çukura baktı, sonra tünele baktı, sonra da başını arkaya atıp kahkahalar atmaya başladı. Zingarella'dan çıkan ses de, fare kahkahası sayılırdı.

Sebastian, Kukuleta Dağı'nın altındaki ini bıraktığından çok daha sakin bulmuştu. Elvira, hâlâ güç balonunun içinde hapisti. Amon Internet de, Elvira da yorgunluktan bitap düşmüş durumdaydı. İkisi de yarı baygın haldeydiler. Etraf harap haldeydi. Kanepeler, simyacı masası, irili ufaklı bir sürü eşyanın kırıntıları etrafa saçılmıştı. Mağaranın tavanından parçalar kopup düşmüştü. Burada neler olmuştu böyle?

EgoMaster'la Zingarella, hem tutsaklıktan, hem de cehennem çukurundan kurtulmanın sevinciyle kahkaha olayını çoktan aşmış, yerlerde yuvarlanıyorlardı. “Neye gülüyorsun, söyle de beraber gülelim” diyen tok bir ses, ikisini de kendine getirdi. EgoMaster, etraflarının silahlı askerler tarafından sarılmış olduğunu ondan sonra fark etti. Bir düzine asker ve Lord ADSL'e karşı silahsız bir EgoMaster ve 1000 yaşında bir fare. EgoMaster “şimdi hapı yuttuk işte” diye düşündü.

Elvira'yla Sebastian, yine telepati yoluyla anlaşıyorlardı. Elvira önce uzun uzun fareciklerini Sebastian'la kurdukları telepatik bağlantı sayesinde nasıl takip ettiğini, Zingarella'nın EgoMaster'la ilgili planlarından da bu şekilde haberdar olduğunu, Amon Internet'le Lord ADSL arasındaki ortaklığı, Amon Internet'in EgoMaster'ın kaçtığını öğrendiğinde açtığı cehennem çukurunu yavaşlatmak için verdiği mücadeleyi ve sonra ortalığı harabeye çeviren çarpışmalarını anlattı.

-Ne yapabilirim?

-Hiçbir şey yapamazsın, Sebastian. Tek kişi var bana yardım edebilecek ama onun şu anda öncelikleri çok farklı. Buraya zamanında yetişemez ancak--

Elvira bir an düşündü. Uzun zamandır bir şey için plan yapmamış, bir amacı olmamıştı. Özlemişti bu duyguyu. Yıllardan beri ilk kez insanî duygular hissetmeye başlıyordu. “Şimdi,” dedi, “söylediklerimi iyi dinle” ve Sebastian'a planını anlattı. “Tabii”, dedi, “bunun için EgoMaster'ı Lord ADSL'in elinden kurtaracak bir mucize olması lazım!”

Mektupların Efendisi 7: Yem

Sebastian, dehlizlerin bu kadar karmaşık olacağını bilseydi, Elvira'nın verdiği görevi kabul etmezdi. Saatlerdir burada dolaşıyor, Elvira'nın tarif ettiği yolu hatırlamaya çalışıyordu. Yön bulma duyusu farelerin yüz karasıydı resmen. Bugüne kadar hep Zingarella'nın duyularına güvenmişti ama onunla da yolu ayrılmıştı artık. Neler oluyordu böyle? Bin yıldır Elvira, Zingarella ve Sebastian üçlüsü olarak birlikteydiler. EgoMaster geldikten sonra her şey bozulmuştu. Sorumlu o muydu gerçekten? Yoksa kaçmaları mıydı? Kaçma fırsatlarının olduğunu ilk fark eden Sebastian'dı. Fikir de ona aitti. Bunu düşününce biraz suçluluk duydu ama üzerinde duramayacak kadar meşguldü. Zira yine çıkmaz bir yola sapmıştı. Geri dönüp baştan başlamak zorunda kalacaktı. Bir kez daha başlangıç noktasını bulabilmeyi umdu. Bir sürü yanlış yöne saptığından kokusu da bir sürü dehlize sinmişti. Çıkışı bulmak her seferinde daha zorlaşıyordu. Elvira'nın telepatik menzilinden çıktığından yardım da alamıyordu. Belki tutsak olmasaydı yardım edebilirdi ama Leydi Emelio'nun şatosuna gelmesinin sebebi onu esaretten kurtarmaktı zaten.

Lord ADSL'in vücudu güneşi tamamen kapatıyordu. “İyi” diye düşündü EgoMaster. “Hiç olmazsa gözlerim kamaşarak ölmeyeceğim”. Sonra böyle saçma bir noktaya takıldığı için kendine hayret etti.

Amon Internet, Kukuleta Dağı'ndaki ininde, Elvira'nın bilinmeyen bir nedenle kendisini uyandırdığı günle kıyaslanamayacak kadar güçlenmiş, artık yavaş yavaş dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Henüz kendisini dağa bağlayan büyülerin hepsini aşamamıştı. Ancak bunun çok da büyük bir önemi yoktu. Artık Mozilla Thunderbirdus'a gönderdiği NullUpgrade'den çok daha güçlü büyüler yapabiliyordu. İlk işi Lord ADSL için zebanilerden oluşan bir ordu oluşturmak olmuştu ama geçidi çok az bir süre açık tutabildiğinden çok az sayıda zebani geçebilmişti. Bu yüzden ordu, Amon Internet'in bazı planları gerçekleşene kadar gizli kalacaktı. Lord ADSL, önce EgoMaster'ı yakalamak için kendi adamlarını harcamamak için zebanileri kullanarak hata yapmıştı. Bu da yetmezmiş gibi EgoMaster kaçmıştı. Artık zebanilerin gizliliği diye bir şeyin kalmaması bir yana, bir de önlem alınacaktı. EgoMaster kesin ordusunu gönderip Lord ADSL'in kalesini yerle bir eder, geriye bir tek zebani kalmazdı. Faydadan çok zararı olmuştu Lord ADSL'in. Amon Internet'in umurunda değildi artık. Hoş, çok faydalı olsaydı da umurunda olmayacaktı ya. EgoMaster'ın kaçışı, Amon Internet'in elini zorluyordu. Daha hızlı hareket etmeliydi. Bazı şeyleri yeterince güçlenmeden yapmak, zaman kazanmak zorundaydı. Neyse ki EgoMaster'ın kaçış yolu yerin altından geçiyordu. Amon Internet, devasa bir göçük yaratarak toprağın dehlizleri yutmasını sağlamıştı. Böylece bir taşla iki kuş vuracaktı. Bu kuşlardan biri EgoMaster'dı. O aşağılık fareyle birlikte aşağı düşüp geberecekti. Elvira'nın çaresizlik içinde kıvranışını, faresini kurtarabilmek uğruna hapsolduğu büyülü balondan kurtulmak için çırpınışını izledi. Sonra da dikkatini vuracağı “ikinci kuş”a yöneltti. Aslında içi çok rahat değildi. Birinci kuşu vurup vuramadığını bilmiyordu. Uzaktan görüş yeteneği yerine gelmiş olmasına rağmen, EgoMaster'ın esir düşmeden önce yaptığı Antivi Virüsika büyüsü hâlâ etkiliydi ve Amon Internet'i engelliyordu. EgoMaster'ın kaçışını da zebanilerden haber almıştı zaten.

Elvira hiç kimseden, ona duygu diye bir şeyin varlığını hatırlatan EgoMaster'dan bile bu kadar nefret etmemişti. Zingarella'nın akıbetini deliler gibi merak ediyordu ama telepati yeteneği çok kısıtlanmıştı. Bedeni ve büyü güçleriyse Amon Internet'in elinde tutsaktı. Ne pahasına olursa olsun buradan kurtulacaktı ama bunun için EgoMaster'ın Amon Internet'i oyalaması gerekiyordu. EgoMaster önünde sonunda Kukuleta Dağı'na saldırırdı ama o kadar bekleyemezdi Elvira. Sebastian'ı da bu yüzden görevlendirmişti zaten. Hem belki EgoMaster'la Amon Internet birbirlerini öldürürlerdi, Elvira da hem nefret ettiği iki kişiden kurtulurdu, hem de kendisine manî olarak kimse kalmadığından tüm Çarhin kıtasını ele geçirirdi. “Hadi Sebastian” diye düşündü. “Göreyim seni”.

Sebastian nihayet yolu bulmuş, dehlizlerden kurtulmuştu. Artık yapması gereken tek şey anahtarı bulmak, şatonun gizli kapısını açmak ve Elvira'nın yaveri olan Ogre'yi içeri almaktı. Ogre'ler iyi casuslardı. İri yarı cüsselerine rağmen fark edilmiyorlardı. Görev için bu özelliklerin ikisini de ihtiyaç vardı.

EgoMaster, Lord ADSL'in güç, daha fazla güç, güce duyulan açlık, her zaman güçlünün yanında olma, konulu konuşmasından sıkılmış, suratının dibindeki keskin bıçağa aldırmadan esniyordu. Bir yandan da Lord ADSL kıpırdamasın da güneş gözüne girmesin diye dua ediyordu. Niye güneşe takmıştı ki böyle? “Yetti be adam! Öldür beni de bitsin bu işkence” dedi kendi kendine.

Amon Internet'in inindeki her şey, görünmeyen bir girdabın etrafında dönüyordu. Neler yoktu ki bunların arasında? Mobilyalar, kâğıtlar, küçük eşyalar, hatta Elvira. Sonunda bir geçit açıldı ve bütün büyü gücü oraya yöneldi. Havada dönen her şey yere savruldu. Elvira'nın sabrı taşmıştı artık ama hâlâ çaresizdi.

Leydi Emelio, yatmaya hazırlanıyordu. Üzerinde gece kıyafetleri olduğu halde aynaya boş boş bakıyordu. Aklı, günlerdir haber alamadığı EgoMaster'daydı. Kötü ihtimalleri aklından uzak tutmaya çalışıyordu ama son gelişmelerden sonra iyice zor olmaya başlamıştı bunu yapmak. Bu düşüncelere dalmıştı ki karanlıkta bir hareket fark etti.

Amon Internet büyüyü tamamlamış, bitkin bir halde yere yığılmıştı. Kukuleta Dağı'ndaki izbe inde ortalık yatışmıştı. Şimdilik.

EgoMaster hiç bu kadar sıkıldığını hatırlamıyordu. Lord ADSL'in konuşmaya bu kadar meraklı biri olduğunu da hatırlamıyordu. Uzun süredir içinde tuttuğu şeyler vardı anlaşılan. Sıkıntıdan etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Zırhlı askerler, o zebanilerden değildi. Lord ADSL'in muhafız alayının askerleriydi. Çok muntazam dizilmişler, tam bir daire oluşturmuşlardı. İyi eğitimliydiler anlaşılan. Lord ADSL'in kılıcından kurtulsa bile, on iki iyi eğitimli asker karşısında hiç şansı yoktu. EgoMaster bunları düşünürken, Lord ADSL bütün konuşmasını özetleyen baklayı nihayet ağzından çıkardı: “Şimdi EgoMaster, öleceksin”. “Oh be!” EgoMaster, bunu sesli olarak söylemiş olduğunu sonradan fark etti. Lord ADSL kılıcını kaldırdı. EgoMaster gözlerini yumdu. Tam o anda, Lord ADSL'in yanındaki askerlerinden birinin çığlığı duyuldu.

Leydi Emelio, harekete doğru döndüğünde bir farenin ürkekçe kendine yaklaşmakta olduğunu gördü. Pek çok kadının aksine, farelerle bir alıp veremediği yoktu. Ne severdi, ne sevmezdi onları. Yalnız bu farede garip bir şey vardı. Diğer farelerden farklı bir şey. Daha sinsi, daha fazla zekâ ihtiva eden bir şey. Leydi Emelio'nun ilgisini çekmişti. Elinde yem varmış gibi ileri uzattı ve fareyi çağırdı. “Gel bili bili bili”. Sonra düşündü. Fare denen yaratık böyle mi çağrılırdı hakikaten? Yine de işe yaramış gibiydi. Fare daha emin adımlarla yaklaşıyordu şimdi. Yaklaştıkça da hareketlerindeki tekinsizlik daha da belirginleşiyordu. Belli bir mesafede durdu. Leydi Emelio, farenin kaburgalarından iki tanesinin meydanda olduğunu fark etti. Fare kocaman, simsiyah gözlerini kaldırdı ve başına hafifçe eğip Leydi Emelio'ya dik dik bakmaya başladı.

İkinci bir çığlık daha. EgoMaster yumduğu gözlerini açtı. Yine gözleri kamaşıyordu. Ya Lord ADSL artık önünde dikilmiyordu, ya da o ikinci çığlık kendisine aitti ve ölümle ilgili söylenen “ışığa doğru koş” laflarında gerçek payı vardı. Ama bir şey paçasını çekiştirmekte olduğuna göre ölmüş de olamazdı. Bacaklarına doğru baktı. Zingarella, EgoMaster'ın dikkatini içinde bulundukları duruma çekmeye çalışıyordu. Biraz önce koşarak kaçtıkları, eskiden dehlizler olan yarıktan akın akın zebani geliyor, önlerine çıkan her şeyi talan ederek ilerliyorlardı. Lord ADSL'in adamları kaçışıyorlardı. Zebaniler hiçbirini kovalamıyordu, ama önlerine çıkanları da affetmiyordu. Lord ADSL de önlerine çıkmıştı anlaşılan. EgoMaster, ikinci çığlığın ona ait olduğunu şimdi anlıyordu. Bir zamanlar Lord ADSL olan bir et yığını ve üzerindeki zebani de büyük bir ipucuydu tabii. Zingarella'yı kaptığı gibi koşmaya başladı.

Leydi Emelio, fareye doğru yaklaştıkça ürkmeye başlamıştı. Bütün içgüdüleri alarmdaydı. Yine de kendine hâkim olamıyordu. İnat etmişti. Bu farenin neden fare gibi hareket etmediğini çözecekti. Bir adım, bir adım daha. Farenin boynundan aşağısı hareket etmiyordu. Sadece arada bir başını diğer tarafa eğiyordu. Leydi Emelio, başının arka tarafında hisettiği ani acıyla sarsıldı. Ayakları yerden kesilmişti. Bunun bir kaçırma teşebbüsü olduğunu hemen anlamıştı. Her şey kararırken, ne kadar şanssız günler geçirdiklerini düşündü. Yine de yere düşmeden önce göz ucuyla yerde kanlar içinde yatarken gördüğü özel muhafızı Etna'dan daha şanslı olduğu kesindi.

Zingarella'yla EgoMaster, zebanilerin elinden kurtulmayı başarmışlardı. Şimdilik en azından. Yüksekçe bir tepeden artık hızı kesilmeye başlamış olan zebani akınına bakıyorlardı. Bunlar EgoMaster'a saldıran, Lord ADSL'in dehlizlerinde onu kovalayan zebanilerle aynıydı. Uğursuz bir çağrıya cevap vermek için gelmişlerdi. EgoMaster'ın kayedecek zamanı yoktu. Kafasında çok fazla soru, çok fazla şüphe vardı. Bunları gidermek için Hikâyeci'ye gitmeliydi. Esas işiyse ondan sonra başlayacaktı.

Mektupların Efendisi 8: Deli Deli Kulakları Küpeli

“EgoMaster senin adın
Cevaplardır aradığın
Âşık olduğun kadın içindir evhamın
O yüzden biraz dalgınsın”

İşte bununla başlayan bir kafiyeli cümleler silsilesi, EgoMaster’ın aklına “bütün bilge karakterler kafadan çatlak olmak zorunda mıdır? Deli olmak bilgeliğin yan etkisi midir, yoksa ön koşulu mudur?” gibisinden felsefî sorular getiriyordu. Bunları düşünürken konsantre olmakta zorlanıyordu ama Hikâyeci olarak tanınan bu tombul, cüppe giyen, aydede suratlı efsanevî karakterden istediklerini almaya mecburdu.

“Söyle bakalım, kimdir bu Amon Internet?” diye sordu, EgoMaster.

“Amon Internet kötülüktür, fenalıktır
İnsanlığın başına beladır
Uykudaydı yaklaşık 1000 yıldır
Elvira tarafından uyandırılmıştır”

“Anlaşılmıştır. Peki Elvira neden uyandırdı? Müridi filan mı?”

“Elvira hiçbir şeye hayran veya mürit olmadı
Bambaşkaydı onun hayata bakışı
Oraya gidişinin sebebi farelerini aramaktı
Kukuleta Dağı yutmuştu babasını”

“İşte bu anlaşılmadı”. Kafiyeler, EgoMaster’ın üzerinde narkotik bir etki yaratıyordu. “Elvira’nın babasıyla Amon Internet’in, Kukuleta Dağı’nın ne ilgisi var?”

“Bir kız vardı 15 yaşında
Adı Elvira, tapıyordu babasına
Babası subaydı orduda
Saldırıya geçeceklerdi Kukuleta Dağı’na

Görevden bir gece önce ziyaretine geldi
O zaman hediye etti fareleri
Elvira’yı arkasında bırakıp gitti
Bir daha gören olmadı kendisini

Babası saldırdı Amon Internet’e
İşler hiç fena gitmedi önce
Maalesef kötülük çok daha güçlüydü iyiliğe göre
Göktaşları yağdı askerlerin üzerine

Hükmetmek Amon Internet’in tek amacıydı
O yüzden durdurulmalıydı
Yoksa ne özgürlük, ne irade kalırdı
Ancak hiçbir ordu bu zaferi kazanamazdı”

EgoMaster esnedi. Gözlerini zor açık tutuyordu.

“Gökten devasa bir taş indi
Dağın tepesine çarpıp yana devirdi
O günden sonra dağın adı bile değişti
Yılların Oyma Dağı’na Kukuleta adı verildi

Kurtuldu Elvira’nın babası diğer göktaşlarından
Çocukluğundan beri geçerdi Kukuleta Dağı’nın mağaralarından
Amon Internet koştu peşi sıra arkasından
Orada hapis kaldı amacına ulaşamadan

Tecrübeli babası önceden tedbir almıştı
Yedek bir planı vardı
Yola çıkmadan önce kraliyet büyücüsünün yanına uğramıştı
“Bin Yıllık Yalnızlık”tı parşömendeki büyünün adı

Maalesef büyünün küçük bir yan etkisi vardı
Parşömeni okuyan da bariyerin arkasında kaldı
Amon Internet’in aksine ölümlüydü babası
Neyse ki uzun bir hapis hayatı yaşamadı

Kraliyet büyücüsü sorumlu hissetti kendini
Bir yolunu bulup bariyerin arkasından aldı cesedini
Yeni mezarı kraliyet mezarının içindeydi
Elvira babasının akıbetini bilemedi”

“Tamam, peki”. EgoMaster bölmek ihtiyacı hissetti. “Neden bilemedi?”

“Ordu bu, gizlidir her işi
Ailesine nasıl öldüğünü söylememişlerdi
Bu durum Elvira’yı daha da sinirlendirdi
Araştırmaya başladı Ölübüyücülüğü’nün gizemlerini”

EgoMaster’ın aklına yeni bir soru gelmişti. “Kraliyet büyücüsü madem o kadar marifetliydi, babasını neden ölmeden önce bariyerden geçirmedi?” EgoMaster, Hikâyeci’nin kafiyeli konuşma hastalığının kendisine de bulaşmakta olduğunu fark etmeye başlamıştı. Sinirinin bozulması bir yana, kafiyeli konuşmak uykusunu kafiyeli tarih dersi almaktan daha bile çok getirmişti.

“Babası bilemedi büyücünün uzaktan izlediğini
Sonsuza dek hapis kalacağını zannetti
Nasılsa yenmeyi başarmıştı Amon İnterneti
Feda etti kendini”

Nihayet sıra EgoMaster’ın en çok merak ettiği şeyi sormaya gelmişti. “Peki sen nereden biliyorsun bunları?”

“Amon İnternet’le Elvira değil buraların tek yaşlısı
Benim de yaşadığım yılların sayısı bini aştı
Ama benim amacım ikisinden de farklıydı
Elvira çocukluğumun aşkıydı”

EgoMaster daha fazla dayanamadı. Gözleri kapandı ve uyudu. Hikâyeci bir kâğıt kalem çıkarıp EgoMaster’a not yazdı:

“41 yerden haber alır Hikâyeci
Bilir yeraltından çıkan iblisleri
Ancak senin işin çok daha önemli
O yüzden bana bırak o işi

Elvira içinde taşır hâlâ babasının acısını
Bilmez Amon İnternet’le babasının alakasını
O yüzden Leydi Emelio’yu kaçırdı
Kukuleta Dağı olmalı EgoMaster’ın sonraki durağı”

Hikâyeci notu masaya iliştirdi, giyindi ve dışarı çıkarken kendi kendine söylendi.

“Bundan sonra fırtına kopacak
Elvira babasının hırsını EgoMaster’dan çıkaracak
Umarım ki EgoMaster başarılı olacak
Yoksa ne Elvira, ne de bizim için umut kalmayacak”

EgoMaster’ı uyurken bırakıp gitti.

Mektupların Efendisi 9: Cümbüş

EgoMaster uyandı ve Hikâyecinin notunu okudu. Hikâyeci neden Kukuleta Dağı’na gitmesini istiyordu? İblisleri nasıl halledecekti? Deli miydi bu adam? En sonunda Hikâyeci’nin dediğini yapmaya karar verdi. Neden böyle yaptığını kendi de bilmiyordu. Zingarella’yı her yerde aramasına rağmen bulamadı. Nereye gitmişti bu hayvan? Hikâyecinin yemyeşil kırların ortasına kurduğu küçük kulübeden çıkıp Kukuleta Dağı’nın yolunu tuttu.

Elvira, hâlâ balonun içindeydi ama balon eskisi kadar güçlü değildi. İblisler ordusunu çağırmak, EgoMaster’ı izlemek, büyülü bariyeri indirmeye çalışmak derken Amon Internet, Elvira’yı unutmuştu. Elvira bu şekilde Leydi Emelio’yu içeri sokmayı ve şu anda kadar da Amon İnternet’ten saklamayı başarmıştı.

Emelio’nun uyandığını ilk fark eden her zamanki gibi Zingarella olmuştu. Geldiğinden beri Leydi Emelio’nun kaçırılması olayıyla ilgili olarak Sebastian’la münakaşa ediyorlardı zaten. Emelio’nun doğrulduğunu görünce sustular. Zingarella, ön ayaklarından birini dudaklarına götürdü. Tam olarak emin değildi ama Leydi Emelio, farenin kendisinden ses çıkarmaması istediğini düşündü. Bu farelerin kendisi kadar zeki olduğu fikrine alışamamıştı bir türlü. Yine de farenin dediğini yaptı. Havadaki kıyamet kokusu onun da iliklerine işliyordu. Göz ucuyla kaçırılmasına vesile olan ve o zamandan beri tepesinde bekleyen fareye baktı. Artık iki tane olmuşlardı ama ikincisinin bakışları o kadar tedirgin edici değildi. Hatta sevimli bile sayılabilirdi.

Hikâyeci, iblisler ordusuna karşı gizemli planını uygulamaya koyuldu.

EgoMaster olanca hızıyla Kukuleta Dağı’na koştu. Amon Internet’in mağarasının girişine dikildi. Amon Internet, EgoMaster’ın geldiğini biliyordu ve planını çoktan yapmıştı. Yine de şaşırmış gibi yaptı. “Sen!” dedi. “Evet, ben ya” diye cevap verdi EgoMaster. Tek kaşını yukarı kaldırarak kendinden emin bir şekilde sordu. “Şaşırdın, değil mi?” “Yoo, şaşırmadım. Elvira, tut!” Elvira’nın çevresini saran balon bir anda yok oluverdi. Esir düştüğünden beri kurtulmak için planlar yapan, güç toplayan Elvira, bu hareketi hiç beklemiyordu. Şaşkınlığı gıcırtı gibi sesiyle sorduğu soruya da yansıdı. “Eee, tut derken?” Bunun üzerine Amon Internet, EgoMaster’ın Hikâyeci’den öğrendiği her şeyi anlatmaya başladı. EgoMaster işkillenmişti ama neler olacağını merak da ediyordu. Sonuçta Elvira’nın babasıyla savaşan Amon Internet’in ta kendisiydi. Bunların EgoMaster’la bir alakası yoktu ki. EgoMaster, bunları bırakıp güç alanından içeri nasıl gireceğini düşünmeye başladı. Kendisi bilmiyordu ama şu anda tam Zingarella’yla Sebastian’ın Elvira’yı ilk kez balon içine hapsolmuşken gördüğü yerde duruyordu. Sağ tarafta, önü kayayla örtülü küçük bir oyukta da Leydi Emelio olanları izliyordu. EgoMaster yerden bir taş atıp güç alanına doğru fırlattı. Taş, görünmeyen bir engelden geri sekti.

“İşte böyle” diye sözlerini bitirmeye hazırlandı Amon Internet. “Babanla içeride hapsolduğum halde ona dokunmadım. Yıllarca kurtarılıp sana dönmeyi bekledi. En sonunda daha fazla dayanamayıp canına kıydı.” EgoMaster böldü. “Nasıl yıllarca yahu? Hemen intihar etmiş kendini”. “Yalan söylüyor, çünkü babanı ölüme gönderen kişi de onun konumundaydı. Gerçek sorumlusu çoktan ölmüş olabilir ama temsil ettiği her şey karşında. Gereğini yap, Elvira.”

Elvira kollarını yukarı doğru kaldırıp bilinmeyen bir dilde bir şeyler söyledi. Söylenenler kulağa hoş ve melodik geliyordu ama pek hayra alâmet şeyler olmadığı da belliydi. Hemen arkasından Amon Internet de aynı şeyi yaptı ve olanlar oldu. Her ikisinin de ellerinden, gözlerinden, ağızlarından çıkan, müthiş yoğunlukta siyah bir ışık, tüm şiddetiyle görünmeyen, büyülü bariyere çarptı. Bariyer önce dayandı. Sonra rengi hafif kırmızıya doğru döndü. Eğildi, büküldü, sonra âlemin en güçlü büyücüsüne dayanamayıp parçalandı.

EgoMaster’ın bu muazzam güç gösterisi karşısında “vay anasını sevgili okurlar” diye düşünecek kadar bile vakti olmadı. Elvira ateş topları fırlatmaya başlamıştı bile. EgoMaster akrobatik hareketlerle birkaç tanesinden kurtuldu ama nereye kadar? Sola baktı. Gözünün ucuyla bir ateş topunun daha geldiğini gördü. Geriye doğru takla atıp savuşturdu. Sağa baktı. Oradaki kaya parçası daha büyük göründü gözüne. Koşup siper aldı.

EgoMaster sola doğru baktığında, Leydi Emelio uzun zamandır ilk kez EgoMaster’ın gözlerinin içine bakabilme fırsatı elde ettiğini fark etti. Buradan kurtulabilirlerse daha fazla fırsat yaratmak için söz verdi kendine. Sonra da böyle bir ortamda, böyle bir anda böyle şeyler düşündüğü için güldü.

Elvira, attığı ateş toplarının kayaya işlemediğini fark etti. Değdikleri yerde siyah bir is oluşturmakla yetiniyorlardı sadece.

Amon Internet, yüzünde tarihin en pis sırıtmasıyla EgoMaster-Elvira savaşını izliyordu.

Ateş toplarının kayaya çarparken çıkardığı patlama sesinin kesildiğini fark eden EgoMaster, siperinin arkasından etrafı kolaçan etmeye karar verdi. “Şimdi bir bakalım. Mağaranın en dibinde Amon Internet. Neden karışıklıktan faydalanıp kaçmadı acaba? Başımızı sola doğru çevirdiğimizde, mağaranın tam karşı tarafındaki kayanın orada bir kıpırtı olduğunu görüyoruz. Elvira oraya saklandı da beni hazırlıksız yakalamaya mı çalışıyor acaba? Aaaa, yok yok. Pembe bir şey gördüm gibi sanki. Emelio değil mi o? Neyse ki iyiymiş. Yanında da bizim fareler var galiba.” Bu kadar kolaçan edebildi, çünkü tam arkasında metalik bir ses duydu. Döndüğünde Elvira’nın tam arkasında olduğunu, iki kolunun da direkten aşağısının kılıca dönüşmüş bir şekilde tepesinde beklediğini gördü. Metalik sesi, EgoMaster’ı arkadan vurmamak için kasıtlı olarak çıkarmıştı anlaşılan. EgoMaster kılıcını kaldırıp ilk saldırıyı savuşturmuş olduğunu hareketi yaptıktan sonra fark etti. Elvira’nın iki koluna karşılık EgoMaster’ın tek kılıcı vardı. İkisini de savuşturmayı başarıyordu ama dengesini kurup karşı saldırıya geçemiyordu bir türlü. Gerilemeye başladı. Kayanın arkasından çıktılar. İkisinin de elleri, kılıçları görünmeyecek kadar hızlı hareket ediyordu. EgoMaster gerileye gerileye mağaranın ortasına kadar geldi. Elvira’nın bir sonraki darbesi EgoMaster’ın kılıcının ucunu kopardı. Bir darbe daha, bir parça daha. Bundan sonraki her darbe, kılıcı biraz daha ufalttı. EgoMaster geri geri giderken sendeledi ve düştü. Bu düşüş, yenilgiyi kabullenmesiydi bir yerde. 1000 yaşında, kambur, insanın bakmaktan bile tiksindiği Elvira’nın bu kadar çevik olacağını tahmin etmemişti. Kambur, kurbanının başına geldi ve bitirici darbeyi vurmak için pozisyon aldı. Elvira sol kolunu kaldırdı. Diğer kolunun dirsekten aşağısı yine ele dönüşmüştü. EgoMaster, Leydi Emelio’nun arkasında durduğu kayaya doğru baktı. Emelio bu sahneyi izlemeyi hiç istemiyordu ama sanki hipnotize olmuş gibi gözlerini de alamıyordu. Fareler kendi aralarında bir şey tartışıyorlardı. Zingarella duruma müdahale etmelerini, EgoMaster’ı kurtarmaları gerektiğini savunuyor, Sebastian’sa Elvira’ya karşı gelmek istemiyordu. Amon Internet’ten gelmiş geçmiş en iğrenç kötü adam gülüşü yükseldi. Elvira, kılıç-elini tüm gücüyle indirdi.

İşte ne olduysa o anda oldu. Elvira’nın eli, tam EgoMaster’ın tenine değdiği anda durmuştu. Kesmemişti ama hâlâ boynundaydı. Yine de bu durumun EgoMaster için pek rahat olduğunu söyleyemeyiz elbette. Elvira’nın yüzü yumuşadı. Sevgiden de öte, aşk dolu bir ifadeye dönüştü. Başını mağaranın girişine doğru çevirdi. Tombul, uzun bir cüppe giymiş olan bir siluet, güneşin ışığını arkasına almış bir halde mağaranın girişinde beklemekteydi. EgoMaster siluetin sahibini hemen tanıdı. Hikâyeci, hayatının aşkının yardımına koşmuştu. EgoMaster’la mücadelesinden galip çıkmış olsa da, ruhu mağlup olmak üzereydi.

Mektupların Efendisi 10: Kıyamet

Mozilla Firefoxus, Mozilla Thunderbirdus’un adaşıydı ama kanı bir türlü ısınamamıştı o herife. EgoMaster’ın ona neden bu kadar güvendiğini de bir türlü anlamamıştı. Kâğıt üzerinde her şeyiyle çok mükemmeldi ama aynı zamanda da bir terslik vardı. Belki de sorun buydu. Mozilla Thunderbirdus biraz fazla mükemmeldi. Ancak Firefoxus’un kafasında Thunderbirdus’tan çok daha önemli şeyler vardı şu anda. Karşısındaki iblis ordusuna bir avuç adamla karşı koyması gerekiyordu. Tıraş olurken bir anda arkasını dönmüş ve Hikâyeci’yle burun buruna gelmişti. Sürekli kafiyeli konuşan, çok yaşlı olduğu rivayet edilen bu garip kişilik, iblis ordusundan bahsetmişti. İblislerden haberdardı. Karşı koymaları gerektiğini de biliyordu ama o kadar. Gerisini Hikâyeci’den öğrenmişti. O kadar detaylı bilgiler almıştı ki, Hikâyeci’nin bunları nereden bildiğini merak etmişti Firefoxus. Zaten Hikâyeci’yi efsanevî yapan şey de buydu. Bir diğer efsane de yaşadığı süre boyunca hiç yalan söylememiş olmasıydı. Zaten Firefoxus’u da şu anda burada olmaya ikna eden en önemli unsur bu olmuştu. Bilgi verdikten sonra Hikâyeci, geldiği gibi ansızın kaybolmuştu. Bilinmeyen yöntemleri kullanarak bilinmeyen bir yere gitmişti. Firefoxus düşünceleri geride bırakıp kafasını kaldırdı. İblis ordusu, ellerindeki silahları kaldırıp nara atmaya başlamıştı. Akça Ova’da birazdan kan akacaktı.

Kukuleta Dağı’ndaki mağarada Elvira’yla Hikâyeci’nin konuşmadan çok öte biçimlerde iletişim kurduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Elvira, Amon Internet’e ilk esir düştüğüne Sebastian’la kurduğu iletişim gibi ama bu sefer çift taraflı. EgoMaster’ın boğazına dayanmış olan kılıç havaya kalktı ve tekrar el haline dönüştü. Anlaşılan Hikâyeci, tarihi kendi açısından anlatmış ve Elvira’yı inandırmayı başarmıştı. Bu durum Amon Internet’in hiç hoşuna gitmemişti. Bu tombiğe ne zamandır gıcıktı zaten de bulamıyordu bir türlü. Şimdi kendi ayağıyla gelmişti. Tıpkı görünmeyen bariyeri parçalarken olduğu gibi ellerinden, gözlerinden ve ağzından çıkan simsiyah ışık tüm şiddetiyle Hikâyeci’ye çarptı. Şaşkın bakışlı izleyicilerin gözleri önünde Hikâyeci’nin ayakları yerden kesildi ve çığlık atarak uzaklara doğru savruldu. Elvira’nın yüzündeki sevgi dolu ifade silindi. EgoMaster’ın kılıcına baktı. “Bu babamın kılıcıymış. Yaptığı fedakârlık yüzünden sizin ailenizde bunu kullanmak onur sayılırmış” dedi. Kılıcın parçaları hareket edip yeniden bir araya geldi. EgoMaster kılıcın ilk dövüldüğü günkü gibi olduğunu gördü. Elvira, EgoMaster’a göz kırpıp Amon Internet’e döndü. Kaşları çatılmıştı. Amon Internet, hata yapmış olduğunu o zaman anladı.

Akça Ova’ya adını veren kar hafiften atıştırmaya başlamıştı. Firefoxus adamlarına baktı. Hepsinin yüzünde ne yapmaları gerektiğinin bilincinde olduklarını gösteren, kendinden emin bir ifade vardı. Cesaret verici bir konuşma yapmasına gerek olmadığına karar verdi. Kılıcını çekip düşmanı işaret etti. Bütün ordu, iblislere doğru koşmaya başladı. İblisler, sayıca az olan hasımlarının saldırıya geçmelerini beklemiyorlardı. Yine de çabuk toparlandılar. Onlar da bir savaş narası atıp koşmaya başladılar ve iki ordu bembeyaz ovada birbirine doğru yaklaşmaya başladı.

Elvira’yla Amon Internet arasındaki savaş o kadar şiddetliydi ki bir sürü küçük eşya, taş ve toz çevrelerinde uçuşuyordu. Bir kavgadan çok bir kasırgayı andırıyordu bu manzara. EgoMaster, Elvira’ya yardım etmek üzere harekete geçti. Kasırganın ortasına dalmak üzere koşmaya başladı. Birden bire yüzünün önünde beliren bir kılıç yüzünden aniden durmak zorunda kaldı. Meşhur refleksleri bile onu zor kurtarmıştı. Tırtıklı kılıcı hemen tanımıştı. Uzun süredir kendisinden haber alınamayan Mozilla Thunderbirdus’tu bu.

Leydi Emelio üç kere saklandığı kayanın arkasından çıkmak için hamle yapmış, üçünde de bir şey olmuş ve tekrar geri çekilmişti. Birine fareler engel olmuştu, diğeri Amon Internet’in Hikâyeci’yi uçurmasına, üçüncüsü de Mozilla Thunderbirdus’un saldırısına denk gelmişti.

“Neden?” diye sordu EgoMaster. Hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. “Ben bunun için yaratıldım zaten. Amon Internet tarafından, önce güvenini kazanmak, sonra da zayıflatmak, hatta yenmek için Amon Internet tarafından yaratıldım. Şimdi de yaradılış amacımı yerine getireceğim. İlk denememde başarısız olmuştum, beni Amon Internet’in etkisinde zannedip de diriltmen yapabileceğin en büyük aptallıktı. Bana ikinci bir şans verdin ve bu sefer kullanacağım.” Devasa tırtıklı kılıç yerden kalkarken metalik bir ses ve biraz kıvılcım çıkardı. EgoMaster gardını aldı. Birkaç saniye sonra iki kılıç tokuştu.

Elvira, Amon Internet’in gücünü tartmak için birkaç ateş topu yolladı. Amon Internet kaçmaya tenezzül etmedi bile. Ateş topları Amon Internet’e değer değmez yok oldu.

Akça Ova’da iki ordunun çarpışması, tıpkı bulutların çarpışması gibi gök gürültüsüne benzer bir ses çıkarmıştı.

EgoMaster’la Thunderbirdus arasındaki kıyasıya kılıç düellosu biraz durduğunda “Bu sefer bu kılıç senin göğsüne saplanacak!” dedi Thunderbirdus. Düello devam etti.

Akça Ova’da Firefoxus iblislerden birini yere indirdikten sonra etrafına şöyle bir baktı. Durum hiç iyi görünmüyordu.

Thunderbirdus ve EgoMaster zıvanadan çıkmıştı artık. İkisi de hayatları pahasına dövüşüyorlardı. Thunderbirdus, Elvira’dan bile hızlıydı. EgoMaster karşı koymakta zorlanıyordu.

Amon Internet, hem Thunderbirdus’a hem de iblisler ordusuna güç veriyordu. Akça Ova’da da, mağarada da işler istediği gibi gidiyordu. Ah, şu Elvira’yı da bir yense. Attığı ateş topları giderek tehlikeli bir hal almaya başlamıştı zira.

Thunderbirdus’un son darbesi EgoMaster’ın gardını düşürdü. Kendi çevresinde dönüp gösterişli bir hareketle kılıcını EgoMaster’ın göğsüne sapladı. “Söylemiştim” dedi. EgoMaster yerinde şöyle bir sallanıp yere düştü. Elindeki kılıç yuvarlandı ve Leydi Emelio’nun yakınlarına geldi. Leydi Emelio kılıcı kavradı ve farelerin itiraz dolu çığlıklarına rağmen ayağa kalktı. Mozilla Thunderbirdus karşısındaki kadını küçümseyen bir gülüş attı.

Akça Ova’da Firefoxus, çevrelerinin sarılmış olduğunu fark etti. Adamlarına çember düzenine geçmelerini emretti. Sonları gelmiş gibiydi.

Emelio, Thunderbirdus’un üzerine dişi bir kartalın pike yapması gibi atıldı. Thunderbirdus çabuk toparlandı. Emelio’nun kılıç tutan eli, EgoMaster’dan çok daha hızlıydı.

Farelerin arasında hararetli bir tartışma başlamıştı. Zingarella Emelio’ya yardım etmeleri gerektiğini söylerken canı daha tatlı olan Sebastian itiraz ediyordu. Zingarella en sonunda pes etti. “İyi” dedi. “Ne halin varsa gör. Ben yardıma gidiyorum.” Kayanın üzerine çıktı ve fare dilinde “EgoMaster içiiiiiiiin!” diye haykırarak Thunderbirdus’un üzerine atladı.

Zingarella’nın cesareti, Sebastian’ı utandırmıştı. O da kararını verdi kayanın üzerine tırmandı. Uzun bir viyaklamadan sonra o da atladı. Viyaklamasını insan diline şu şekilde çevirebiliriz: “Hiyeeeeyyytt!” Yalnız yaptığı atlayışın zamanlaması yanlıştı. Hem de çok yanlış.

İlk başlarda ateş topları karşısında hareket etmeye tenezzül bile etmeyen Amon Internet, dersini çabuk öğrenmişti. Gerçekten acıtabiliyorlardı. Elvira sağlı sollu bir saldırı gönderdi. Sağdakinden kurtulan Amon, soldakini tam böğrüne yedi. İsabet etmeyen ateş topu mağarayı boydan boya kat edip Emelio’ya yardım etmek üzere Thunderbirdus’a atlayışını henüz tamamlamamış, hâlâ havada olan Sebastian’a çarptı. Farenin bin yıllık kurumuş eti anında alev aldı. Çığlık çığlığa bir alev topu halinde mağaradan koşarak kaçtı Sebastian. Tereddüdü pahalıya patlamıştı.

Ateş toplarının giderek artan şiddeti, Amon Internet’in canı yakmaya başlamıştı. Yine de karizmayı çizdirmemek lazımdı. “Yapabileceğinin en iyisi bu mu?” Elvira, parmaklarıyla kendi etrafında bir daire çizdi. Bu daire, kendisini koruyan bir küreye dönüştü. Amon Internet tüm gücüyle küreye saldırdı ama nafile. Elvira, önce iki elini bel hizasında, tam önünde üst üste koydu, sonra yavaşça ayırmaya başladı. Ellerinin arasında bir ateş topu belirdi. Elleri ayrıldıkça, top da büyüyordu. Amon Internet, durumun hiç tekin olmadığını düşünmeye başlamıştı. Hayır. Bin yıllık uykudan özgür kaldığı gün yenilmek üzere uyanmış olamazdı. Tüm gücüyle küreye saldırmaya devam etti.

Mozilla Thunderbirdus, üzerinde dolaşıp kendisini rahatsız eden Zingarella’yı çevik bir hareketle yakalayıp mağaranın duvarına fırlattı. Yeniden tüm dikkatini Emelio’ya verebilirdi. Kılıçlar yeniden tokuştu. Sağdan, soldan, üstten, alttan-- Derken birden durdular. Thunderbirdus aşağı baktı ve Emelio’nun kılıcı göğsüne sağlamış olduğunu gördü. Emelio kılıcı orada bırakıp iki adam geri çekildi. Thunderbirdus şaşkınlık içinde diz çöktü. Başına geriye attı ve insana ait olamayacak kadar tiz bir ölüm çığlığı attı. Sonra yok oldu. Emelio’nun kullandığı kılıç bir an havada asılı kaldı ve yere düştü.

Elvira, artık üçüncü gözünden çıkan değişik bir ışığın da katıldığı ateş topunun arkasında görünmez olmuştu neredeyse. Bir şeyler mırıldandı ve küre kayboldu. Aynı anda ileri doğru fırlayan ateş topu Amon Internet’e çarptı. Amon ne kadar direnirse dirensin, bu gücün kendisine tüketmesine engel olamadı. Kendisinden geriye hiçbir şey kalmadı. Yanık kokusu bile. Havada uçuşan tozlar yere indi. Kukuleta Dağı’nda ortalık sessizleşti. Zingarella düştüğü yerde doğruldu. Elvira, zihin gücüyle ulaşıp Hikâyeci’nin bir şeyi olmadığını öğrendi ve herkes gibi rahat bir nefes aldı.

Mektupların Efendisi 11: Epilog

Büyücülerin en kötü büyüsüne kendi aramızda “kara delik” deriz faniler olarak. Büyücü soyu buna ne diyor, hiçbirimiz bilmiyoruz. Çok büyük bilgi birikimi ve zekâ gerektiren büyüyü yapabilecek sadece üç kişi var. Neyse ki bu güçlerini ucuz emellerle kullanacak kişiler değiller. En son 200 yıl önce yapılmıştı. Ben o zaman doğmamıştım ama anlatılanlar korkunç şeylerdi. Işığı bile içine çekecek kadar güçlü, simsiyah bir delik. Sizi tüketen, varlığınızı silen bir delik. Dilden dile anlatılarak giderek efsaneleşen bir hikâyeyi milyonda bir indirimli dinleseniz bile sizi ürperten bir tasvir. Ölüm de böyle bir şeydi işte.

Kapkaranlıktı. Göremedim. Minyatür bir alev topu suretinde kaçan Sebastian’a neler olduğunu göremedim. Elvira’nın huzurlu yüz ifadesini göremedim. Leydi Emelio’nun bedenimden uzağa düşen kılıcıma uzanıp öfkenin verdiği güçle yerden kalkışını, Mozilla Thunderbirdus’la saatlerce savaşmasını, “en güçlü savaşçıyı yendim” edalarıyla kendine çok güvenen Thunderbirdus’un nerden açık verdiğini ancak kılıç bedenine saplandıktan sonra ne olduğunu anlayıp yere yığılmasını göremedim. Amon Internet’in desteği çekildikten sonra Akça Ova’da çil yavrusu gibi dağılan iblis ordusunu, Firefoxus’un zafer narası atışını göremedim. Leydi Emelio’nun hafızamda giderek solan yüzünden başka hiçbir şey göremedim. Karanlıkta giderek şeffaflaşan bir yüz. Aşk meleğinden ölüm meleğine kararlı bir dönüşüm.

Direndim. Kararlıydım. Kaçacaktım ölüm denen nihai büyüden. Kara deliğe direnen kurbanlar gibi. Tüm gücümü bacaklarıma verip koşarmış gibi. Birkaç adım ilerleyecektim. Bu bana daha büyük cesaret verecekti. Bacaklarıma daha fazla güç aktaracaktım. Bu ruh hali içinde, tüm kararlılığımla gözlerimi açtım. Hâlâ kapkaranlık. Hâlâ solan bir-- Her şey. Kara delikten kaçabileceğime çok inanmıştım oysa ki. Cesaretim kırıldı. Karanlık daha da karardı. Elvira’nın çok uzaklardan hayal meyal gelen sesi daha da kısıldı. Kaçamayacaktım. Kara deliğe direnen kurbanlar gibi. Benim de akıbetim onlarla aynı olacaktı. Ne kadar güçlü direnirsem direneyim, sadece birkaç adım uzaklaşabilecektim. Bir süre sonra ileri doğru adım atsam bile geriye doğru kayacaktım. Ne yaparsam yapayım ölüme yem olacaktım. Bıraktım kendimi. Yaşadıklarım, aşklarım, sorumluluklarım. Her şey önemini kaybetti. Boşluk. Korkutan boşluk. Emelio, aah Emelio’m, Elvira, Zingarella, neredesiniz? Kaçış yok. İçine çekiyor beni. Kaçış yok. Yetişti.

Elvira, kaçan Sebastian’ı Kukuleta Dağı’ndaki mağaradan 2000 adım ötede buldu. Sebastian için korkunç bir işkenceydi bu. Ruhu, bedeninde hapisti. Bütün etleri yanmış, geriye simsiyah kemikler kalmıştı. Elvira’dan başka hiç kimse orada bir ruhun hapsolduğuna inanamazdı. Elvira nihayet insafa geldi ve Sebastian’ı 1000 yıldır canlı tutan büyüyü bozdu. Göğe doğru cılız, mavi bir ışık yükseldi. Elvira tam Zingarella’ya dönüp bir şey söyleyecekti ki dişi farenin de kendisine yalvaran gözlerle baktığını gördü. Gözlerine yüzyıllardır uğramayan sevecen bir bakış geldi. Babasının fareleri hediye ettiği geceden beri ilk kez bu kadar içten gülümsedi. O anda yaptığını Zingarella bile beklemiyordu. Göğe doğru ikinci bir mavi ışık yükseldi. Elvira’nın sol gözünden çeyrek damla yaş süzüldü. Duyguları iyice geri geliyordu artık ama uzun süredir yaş akıtmayan gözleri fena yanmıştı.

Bütün gücünü büyücülüğe başlamadan önceki haline dönmek için kullandı. Başardı da. Bir insan için çok uzun sayılabilecek bir yaşa, 129 yaşına kadar yaşadı Hikâyeci’yle birlikte hiçbir büyü kullanmadan. Onlar yaşlandıkça aşkları gençleşti. Ölene kadar EgoMaster’ı, Leydi Emelio’yu, iki fareyi ve onları bir araya getiren hikâyeyi canlı tutmak için ellerinden geleni yaptılar.

Leydi Emelio, EgoMaster için emsali görülmemiş bir cenaze düzenledi. Sağlıklı bir bedenin günde kaç litre gözyaşı üretebileceğini göstermek istiyormuşçasına hıçkırarak ağladı. Bir süre sonra hıçkırıkları azaldı. Acısı hafifledi. EgoMaster’ı ikinci kez, bu kez yüreğine gömdü ve hayatına devam etti. Zaman, her şeye olduğu gibi Leydi Emelio’ya da derman oldu.

Elvira ve Hikâyeci’nin çabaları sayesinde olanlar nesilden nesle anlatıldı. Duygularını kaybeden ve yeniden bulan Elvira adlı bir genç kızın, Amon Internet’i yenmek, Leydi Emelio’yu kurtarmak için elinden geleni yapan ama kendini kurtaramayan EgoMaster’ın hikâyesinin başına da, her hikâyenin başına gelen şey geldi. Elvira’nın ölümünden nesiller sonra hikâyeyi anlatan sözcükler, anlamlarıyla yollarını ayırdılar. Ücra köşelerde yaşayanlara uzak diyarlardan gelen haber olarak aktarılan sözcükler zamanla çocukları korkutmak için anlatılan masallara, masallar inandırıcılığı olmayan efsanelere dönüştü ve nihayet unutuldu. Günün birinde başka bir kötülük uyanana dek.

- BİTTİ -

Hiç yorum yok: