1 Aralık 2008 Pazartesi

3:10 To Yuma: Dostlar Kahramanlıkta Görsün

3-10_to_yumaKünye:

Yönetmen:
James Mangold
Senarist:
Halsted Welles
Yapımcı:
Kathy Conrad
Yapım yılı:
2007
Oyuncular:
Christian Bale,
Russell Crowe,
Dallas Roberts,
Ben Foster,
Alan Tudyk,
Logan Lerman

İlgili Bağlantılar:
IMDB | Filmin Resmî Sitesi | Filmin Fragmanı

Severim şu vestern denen zımbırtıyı. Bu türün içersinden çok keyifli seyirlikler, hatta çok iyi sinema klasikleri çıkmış olması bir yana, Amerikalıların 300 yıllık tarihlerini 300 milyon dolar elde edecek şekilde pazarlayabilmeleri apayrı bir olay (bizim kadar tarihleri olsa neler yapacaklar hesap edin artık). 70’li yıllardaki popülerliğini neredeyse tamamen yitirmiş olan tür, yine de ölüme karşı direniyor. Hatta içlerinde 3:10 To Yuma gibi 50 yıl sonra gelen yeniden çevrimler bile çıkıyor. Hollywood’un artık neredeyse üçüncü çevrimlere başladığı bugünlerde böyle bir filmin 50 yıl boyunca unutulmuş olması büyük talihsizlik. Yalnız 3:10 To Yuma tam anlamıyla “modernleşmiş” bir film değil. Peki nedir bu filme eskisinin şöyle bir tozu alınmış hali havasını veren? Gelin hep birlikte bakalım.

Filmimizin kahramanı Dan Evans, iç savaşta ayağını kaybetmiş, ailesiyle birlikte küçük bir çiftlikte yaşayan, kendi halinde bir çiftçidir. Film daha en başta damardan girer. “Dürüst insan” metasının kapitalist düzenin acımasızlıklarına karşı kendinden ödün vermeden hayatta kalma, ailesini koruma ve bir arada tutma çabası filmin ilk dakikasından itibaren3-10-to-yuma-2 işlenmeye başlar ve neredeyse ilk 45 dakikaya damgasını vurur. Dan Evans dürüsttür ve her dürüst insan gibi dünyanın sıkıntılarını omuzlarında herkesten çok taşımaktadır. Hatta bu yük onu ufaktan ezmektedir. Komşu çiftliğin sahibi olan zengin ve haysiyetsiz insan (Bay Kapitalizm) topraklarına gelen suyu kesmiş, yüksek faizle borç vermiş, emrindeki adamlara ahırını yaktırarak mal kaybına sebep olmuştur. Bay Kapitalizm o kadar küstahtır ki, verdiği borca karşılık çiftliğe el koyacağını ve demiryolları için istimlâk edilirken satacağını şu sözlerle ifade etmektedir: “Sen içinde yokken toprakların daha değerli.”

Böyle bir ortamda, Ben Wade çıkagelir. İlkeli haydut, kültürlü soyguncu, sanatçı katil, girişken bir laf ebesidir. Kısacası Bay Kapitalizm’den daha kapitalisttir aslında Ben Wade. Kendisinin olmayanı ele geçirmeyi, bu arada herkesi ve her şeyi kırıp dökmeyi, ele geçiremediğini öldürmeyi çok daha ileri bir safhaya götürmüş, âdeta “şirketleşmiş”tir. 310toyumaBunların hepsini filmin başındaki soygun sahnesinde görürüz. Soygundan önce resim yapar, soygundan sonra silahsız ve yaralı korumayı öldürmez. Soyguna şahit olan Dan Evans’ın atlarını söylediği yerde bırakır. Bunlar Ben Wade’in aslında dürüst olduğu, Dan Evans’ın aynadaki aksi olduğu izlenimini uyandırabilir ama olayın içyüzü farklıdır. Ben Wade’i yönlendiren şey ilkel benliğidir. İhtiyaçları ve içgüdüleridir. Bunlarla uyuşmayanlara ne iyi, ne de kötü anlamda dokunmaz Ben Wade. Yakalanmasına sebep olan çapkınlık da buna bağlanabilir aslında. Hatta normalde yine yakalanmayacaktır da, dürüst adamımız Dan Evans Ben Wade’i oyalayarak yakalanmasına sebep olur. Bu, bir yerde üst benliğin ilkel alt benliğe zaferi olarak nitelendirilebilir. Bu arada belirtmeden geçmeyelim, filmin başında soyulan posta arabasının sahibi olan demiryolu şirketinin temsilcisi Butterfield, pek göremesek de kapitalizmin aydınlık bir yüzü olabileceğini simgeler. Tıpkı Ben Wade gibi ilkeli, kültürlü ve girişkendir. Ağzı da iyi laf yapar. Bu noktaların hepsini, Dan Evans’ın gruba nasıl katıldığını anlatan kısa sahnede görürüz. 200$’lık ücret talebi karşısında Butterfield, Dan Evans’ta iç savaşta hangi taraf için savaştığını sorar. Dan Evans Kuzey dese de, gelen cevap ilginçtir. “Adımız güneyli olsa da şirketin sahibi Chicago’lu. 200$ senindir.” Bu noktada dikkat edilecek iki husus var. 3-10_to_Yuma-01 Birincisi, şirketin daha fazla kazanabilmek için “bizden biri” gibi görünmesi, adını buna göre seçmesi (veya değiştirmesi), kısacası samimiyetsiz bir yakın görünme çabasıdır. İkincisiyse Dan Evans’ın durumunu bilen Butterfield’ın, böyle bir düzenin adamı olmasına rağmen ilkelerini mümkün olduğunca korumuş olmasıdır, zira bu cümlenin tersi de pekâlâ mümkündür. Bunu filmin sonunda yapacağı teklifle bir kez daha göreceğiz ama Butterfield, Dan Evans’ın varmak istediği noktada bulunuyormuş intibaı verir. Ancak bu noktada bazı ödünler verdiği de muhakkaktır. Söz gelimi hem kendisinin, hem de şirketinin sükse yapması için Ben Wade’in adil gibi görünen göstermelik bir mahkemede yargılanarak asılmasını sağlayacaktır. Butterfield, bu noktada hâkimlere rüşvet vereceğini umarsızca söyler.

Burada yeni bir sorun çıkar: Ben Wade adalete teslim edilmek 310toyumapubeüzere nasıl nakledilecektir? Kahramanımız Dan Evans’ın kapitalist düzenin bir parçası olma çabasını burada yine görürüz. 200$’a (o dönem için büyük para)  Ben Wade’i Contention kasabasına götürüp 3:10’da kalkacak olan Yuma trenine bindireceklerdir. Ben Wade’in soyduğu posta arabasının sahibi olan demiryolu şirketinin temsilcisi, soygundan yaralı olarak kurtulan koruma, korumayı tedavi eden doktor, demiryolu şirketiyle ilişkileri olan Bay Kapitalizm’in adamlarından biri ve Dan Evans bir araya gelerek derme çatma bir koruma grubu oluştururlar. Küçük bir planla Ben Wade’in çetesini atlatıp yola koyulurlar. 3-2010yuma-small Plana göre Ben Wade arabadan indirilir, bir süre Dan Evans’ın çiftliğinde tutulur. Ben Wade’in çetesi arabanın peşine düşünce bizim derme çatma grubumuz da yola çıkacaktır. Burada önemli olan bir sahne, Ben Wade’le Dan Evans’ın eşi Alice Evans arasındaki konuşmadır. İlk başta pek yüz vermese de sonradan gönderdiği sinyaller bu hayattan fazlasıyla sıkılmış olduğunu, kurtulmak için kocasını rahatlıkla harcayabileceğini göstermektedir. 3-10_to_Yuma-15 Bu konuda henüz kesin kararını vermemiş olmasını bu hareketiyle çelişen, kocasının gitmesini önleme çabalarından anlarız. Ancak Alice Evans, kocasından o kadar uzaklaşmıştır ki karşısındaki insan Dan Evans olduğu için değil de “koca” sıfatını taşıdığı için böyle bir çaba göstermektedir. Böyle olduğunu dil dökerken Dan’in suratına bakmamasından anlarız. Bu çelişki, Dan Evans’ın kararını kesinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Hazırlıklarını tamamlayan grup, karanlık iyice bastırınca yola çıkar. Olaylar gelişir.

Olaylar gelişirken sizi bazı güzel sürprizler bekliyor. Bir seyirci olarak film izlerken yaptığınız cinlikler, 3-10_to_Yuma-08senaristin bir adım önüne geçme çabaları bu filmde pek işe yaramıyor çünkü.  Örneğin yol boyunca birilerinin mutlaka öleceğini tahmin edebiliyorsunuz ama kimlerin gidici olduğunu bilemiyorsunuz. Bu noktada seyircinin uyguladığı taktiklerden biri “figüran önce gider” mantığıdır. Oysa filmdeki oyuncuların hepsi görevlerini layığıyla yerine getiren, son derece iyi oyuncular. film_310Üstüne üstlük Luke Wilson, Peter Fonda gibi tanınmış oyuncular figüran olarak çıkıyor karşımıza.  Bir de “Kötü adama gıcık giden ilk gider” taktiği vardır, ama gruptaki herkes eşit derecede sinir ediyor Ben Wade’i. Tabii bunlar filmin ilk yarısına ne kadar işlerlik ve güzellik katıyorsa, finalini de bir o kadar mantıksız kılan mekanizmalar olarak çıkıyor karşımıza.

Yüzümü güldüren bir diğer şeyse karakterler çizilirken gösterilen tutarlılık. Mesela Bay Kapitalizmin koruması tam bir kabadayı. Patronunun parasından aldığı güçle insanları istediği gibi itip kakabilmeyi o kadar özümsemiş ki, 76501297aw4 o paranın etkisinden uzaktayken bile böyle davranıyor. Alan Tudyk’in canlandırdığı doktor zamana karşı yarışırken bile ölüleri gömmekten bahsediyor. Ben Wade işkence görürken suratındaki ifade de karakterin genel yapısıyla tutarlı. Butterfield’la Dan Evans’tan daha önce bahsetmiştik zaten. Hoşuma giden bir diğer şeyse Ben Wade’in “çetem nasıl olsa beni kurtarır” diyerek kuzu kuzu kanun adamlarının peşinden giderken herkesi sinir eden klasik kötü adam tiplemesinden uzak çizilmiş olması oldu. İki kere kaçma teşebbüsünde bulunuyor, ikisinde de başarılı oluyor ve şans eseri yakalanıyor. Buradan anlıyoruz ki Ben Wade’i Ben Wade yapan çetesi değildir. Ben Wade, tek başına çetedir. Filmin başından sonuna işlendiği halde finaliyle tutarlı olan yegâne unsur da bu zira tıpkı baştaki olay örgüsü gibi, karakterlerdeki tutarlılık da mantıksız finalin aleyhine çalışıyor. Karakterlerle ilgili tek şikâyetim, babasına karşı gelip evinden kaçan  (20032360cs1ve bu vesileyle babasına bir şeyler ispatlamak uğruna annesiyle kardeşini daha savunmasız bıraktığını farkında olacak kadar olgunlaşmamış olan) Dan Evans’ın oğlu olan William. Amerikalıların klasik soy takıntısından nasibini alan William, klasik bir “Dan Evans sürüm 2,0” olmaktan öteye gidemiyor. Film boyunca bizzat Dan Evans tarafından başta nişancılık olmak üzere her konuda daha iyi olduğu iddia ediliyor. İşin nişancılık tarafını filmde göremiyoruz maalesef. Diğer konularda daha iyi olmasınıysa daha isyankâr olmasına bağlıyor senarist. Tehlikeli sularda yüzmekten, köpekbalıklarına yaklaşmaktan çekinmiyor.  Babasından daha cesur ve girişken, ona karşı geliyor, sisteme karşı durmak konusunda yaptıklarını yetersiz buluyor, hatta bir iki yerde babasını ayak bağı olarak görüyor. Bunlar 14 yaşındaki bir karakter için normal olabilir ama soyun devamı, karakter özelliklerinin gelecek kuşaklara aktarımı, gelecek neslin bir öncekinden iyi olması şeklinde anlamlar yüklerseniz o iş 39072101lu0yürümez, zira gayet iyi biliyoruz ki bunlar zaten o yaşta yapılacak isyankârlıklardır. Kaybedecek şeyiniz yoktur. Hatta anneniz, babanız için “kaybedilecek şey” konumunda olduğunuzdan çok daha rahat hareket edersiniz. Çizmeyi biraz aşarsanız çocukluğunuza verilir, biraz daha aşarsanız aileniz devreye girerek sizi korur. William, babasına “ben asla senin yerinde olmayacağım” diyor ama bu kafayla giderse daha bile derine dalması mümkün. Biz de geçtik o yollardan, biliriz.

Geldik filmin finaline, yani dananın kuyruğunun koptuğu yere. Final güzel başlıyor aslında. Contention kasabasına gelen grup (daha doğrusu gruptan arda kalanlar) kasabadaki otelin balayı süitine yerleşir. Adaleti bile satın almayı planlayan Butterfield, yüklü bir bağışla şerif ve adamlarını gruba katar. Ancak tek akıllı kendisi değildir. Aynı taktiği planı öğrendikten Ben Wade’i kurtarmak için grubun peşine düşerek Contention’a gelen çete de uygulayacaktır. Ben Wade’i koruyan kanun adamlarını öldürenlere 200$ dağıtacağını (senaristin bu rakama bir takıntısı var galiba) cümle âleme ilan eder. Eh, vahşi batı burası. Herkesin elinde, belinde silah. Parası da iyi.  İnsanlar kanunu 200$’a satmayacak olmasa Vahşi Batı denir mi oraya? 310toyuma2200$ büyük para olsa da, şerifin tekliften önce “belki farkında değilsiniz ama bu kasabada vardır” dediği “kanun ve nizamın” aslında ne kadar ucuza alaşağı edildiğini de görmüş oluruz böylelikle. Parayla sadakat satın alınamayacağından şerif ve adamları “biz bugün ölmek istemiyoruz, hadi bize eyvallah” diyerek giderler. Dışarı çıkıp silahlarını bırakmalarına rağmen çete tarafından öldürülmeleri, Butterfield’ın da moralini bozar. Butterfield’sa “dürüst” yüzünü bir kez daha gösterir. Mahkûmu trene bindirmemiş olmasına rağmen Dan Evans’a parasını vermeyi teklif eder. Evans, bunu yutmadığını şu sözlerle ifade eder: “200$. Devlet bacağımı kestiğinde de bana aşağı yukarı o kadar vermişlerdi. 198 dolar 60 sent. Sonradan anladım ki o parayı ben çekip gidebileyim diye değil, kendileri çekip gidebilsinler diye verdiler bana.” Bunun üzerine yeni bir anlaşma yapar. Butterfield, Evans’ın oğlunu salimen eve götürecek, 200$ yerine 1000$ verecek ve şirketin köpeği konumundaki Bay Kapitalizm’i ensesinden uzak tutacaktır. Butterfield kabul eder. Dan Evans’sa artık tek başınadır ve otelle istasyon arasındaki 800 metrelik mesafeyi aşmak zorundadır.

3-10_to_Yuma-06Evans’la Wade otelden çıktıkları anda bütün kasaba üzerlerine ateş açıyor.  Aksiyon konusunda tecrübeli iki isim, Bale ve Crowe, bu sahnelerin altından gayet başarılı bir şekilde kalkmışlar. Onlara eşlik eden, Wade’in sadık ikinci adamı Charlie Prince rolündeki Ben Foster’ın de pek aşağı kalır yanı yok. Aksiyon sahneleri gözünüzü doyuracak güzellikle ve film boyunca artan gerilimin patlaması olduğu havasını gayet güzel bir şekilde veriyor.  Tıpkı Butterfield - Şerif ilişkisi örneğinde olduğu gibi para, Wade’in çetesine de saadet getirmiyor.teamwork Kasaba halkı 200$ için dan dun ateş edince Ben Wade’in de hayatını tehlikeye atıyorlar. Wade çetesi, bir süreliğine de olsa dikkatlerini biraz evvel “işe aldıkları” kasaba ahalisinin üzerine çeviriyor ve onları öldürmeye başlıyorlar. Kasabalılar bu şekilde aradan çıkmış oluyor.

Buraya kadar her şey güzel. Çıkar ilişkileri çerçevesinde kurulup dağılan ittifaklar güzel, döneklikler güzel, felsefe güzel, aksiyonsa çok güzel. 310-1 Peki nedir güzel olmayan? Evans’la Wade arasında kurulmaya başlayan, yapay ve filmin geri kalanıyla uyumsuz olan bir bağ var. Anlayacağınız son derece detaylı ve tutarlı karakterler ve olay örgüleri yaratan senaryo, iş bu karakterlerin birbirleriyle etkileşimine geldiğinde fena çuvallıyor. Filmin başından beri birbirlerini sevmedikleri, hayata bakış açılarının başka olduğu her fırsatta vurgulanan Wade’le Evans arasındaki bu saygının nereden geldiği bir muamma. Evet, Wade’in film boyunca en çok müsamaha gösterdiği karakter Evans. Başlarda310ToYuma-BF-big bunu Evans’ın “zorluklara tek başına göğüs geren aile babası” rolünden dolayı Wade’in duyduğu saygı ve acıma duygusundan kaynaklandığını düşünebilirsiniz.  Ancak film boyunca bu saygıyı ateşe atılan bir buz gibi eritecek pek çok olayın olmasının yanı sıra, Contention’daki çatışma sahnesinde Ben Wade’in son kaçma teşebbüsünden, üstelik de rahatlıkla kaçabilecek konumdayken vazgeçmesi bununla açıklanamaz. Çetesi arkasında diye, daha önce Yuma Hapishanesi’nden iki kere kaçmış diye tuzu kuru da olsa, sırf birine iyilik olsun diye asılmayı göze alacak biri değil Ben Wade. Sadece Ben Wade değil, kimse göze almaz böyle bir şeyi.

Film boyunca birbirleriyle soğuk savaş halinde olan kahramanlarımız (daha doğrusu kahramanımız ve anti kahramanımız), ne hikmetse çatışma esnasında birden birbirlerine açılmaya başlıyorlar. Bu açılmayı film boyunca sürekli atışmak yerine yapsalar, birbirlerini birazcık anladıklarına dair ipuçları verilse, film geyik olur belki ama finali bir yere oturtmak da ancak bu şekilde mümkün olabilir. İki dünya kadar faklı karakterlerin 1,5 gün boyunca birbirlerini sinir edip 1 saat içinde can ciğer kuzu sarması olması pek mantıklı değil. 1617_a_288 Bu açılmalar sırasında Evans’tan bir de itiraf geliyor: Savaşı sadece geri çekilirken gördüm, ayağımı bile bizim taraftan bir askerin kurşunuyla kaybettim. Bu hikâyeyi oğluma anlatamam. Dan Evans’ın tek başına kaldığı halde Ben Wade’i istasyona götürmek için diretmesinin altındaki bu motivasyon, tek kelimeyle gülünç. Gülünç olmasının sebebi, evrim mantığına taban tabana zıt olması. Bir baba için çocuğunun yanında olmak, onu yetiştirip hayata hazırlamak, çocuklarının soyunu devam ettireceğini garanti altına almak uzun vadede her zaman ucuz kahramanlık destanlarından daha kazançlıdır. Film boyunca ailesini korumak için gösterdiği çabadan ve oğlu William’a olan davranışından bunu kendisinin de gayet iyi bildiğini anlıyoruz.12172007_retreads_article Butterfield’ın sözünü tutacağının bir garantisi yokken bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Aksaklıklar burada da bitmiyor. Ben Wade’in Evans’ı vurdular diye bütün çetesini temizlemesini ancak duygusal saçmalığın daniskası olarak nitelendirebilirim. Yıllarca birlikte ölüme karşı koyduğu sekiz kişiyi, daha dün tanıştığı birine duyduğu sebebi meçhul saygı uğruna temizlemesi, sonra Evans da dâhil olmak üzere kendisini kaçmaktan alıkoyacak hiçbir şey kalmadığı halde trene binip kendi idamına yetişmesi beni benden aldı. Yıllar boyunca tanıdığı insanlara atına gösterdiği kadar bile sadakat göstermeyen, buna karşılık düne kadar varlığından haberdar bile olmadığı bir insana sadık ve ona duyduğu saygıdan dolayı ölümü göze alan bir karakter var karşımızda. Finalle ilgili getirilecek tek olumlu eleştiri, filmin tam yerinde bitmesi. Evans’ın oğlu iddia ettiği kadar başarılı olabilecek mi, Wade Yuma’dan kaçabilecek mi, bütün bunları hayal gücünüze bırakıyor.

Film, bu haliyle sırtını başroldeki aktörlerin karizmalarıyla oyun güçlerine ve Hollywood’un görkemli prodüksiyon kalitesine dayayan, ancak içeriksel anlamda son yarım saatiyle bir çuval inciri berbat ederek son anda direkten dönen bir kompozisyon çiziyor. Karakterlerdeki ve olay örgülerindeki tutarlılık ve yaratıcılık, senaryoya “kötü” diyerek kestirip atmamıza engel oluyor belki ama çelişkiler, mantıksızlıklar filan derken sonunun getirilememiş olduğu muhakkak. Senaryo sanki iki kişi tarafından yazılmış gibi. İlk 1,5 saatini profesyonel bir senarist, son yarım saatiniyse Hollywood’un (sağ olsun) son 10-15 yıldır bolca çektiği saçma sapan kahramanlık destanlarıyla büyümüş bir lise öğrencisi kaleme almış intibaını bırakıyor. İzlemeniz halinde iki saatinizin heba olduğunu hissetmiyorsunuz, ancak izlememeniz de bir kayıp olarak nitelendirilemez kesinlikle. 3:10 To Yuma’nın daha iyi bir film olmasını can-ı gönülden dilerdim ama maalesef kısa düşmüş. Hal böyleyken, yakın tarihli ve kaliteli vestern arayanların gideceği adres 2003 tarihli Open Range olmalıdır.

Hiç yorum yok: