1 Aralık 2008 Pazartesi

Tetikçi'yi Anlamak

01Künye:

Yönetmen: Antoine Faqua
Senarist: Jonathan Lemkin
Yapımcı: Lorenzo di Bonaventura
Yapım yılı: 2007
Oyuncular:
Mark Wahlberg
Michael Peña
Danny Glover
Elias Koteas
Kate Mara
Rhona Mitra
Ned Beatty

İlgili Bağlantılar:
IMDB | Filmin resmî sitesi | Filmin fragmanı

Konuya damdan düşer gibi girme alıştırmaları yaptığım için şöyle bir açılış yapacağım: Antoine Fuqua, İlk Gün (Training Day) filmiyle bizde açtığı kredisini hızla tüketmeye kararlı görünüyor. İlk Gün, biraz başrollerdeki Denzel Washington’la Ethan Hawke’ın çabalarıyla belirli bir kaliteyi yakalamış, biraz da akademiye yönelik ırkçılık suçlamalarını asılsız çıkarmak maksadıyla Denzel Washington’a Oscar verilmesine vesile olmasıyla adını duyurmuştu. Arkasından gelen Bruce Willis’li “tükaka Müslümanlar” filmi Güneşin Gözyaşları (Tears of the Sun), finalindeki gerilimli çatışma sahneleri ve Bruce Willis’in bildik karizması haricinde pek bir şey sunmuyordu. Kral Arthur’u efsane olarak değil de tarihteki gerçek rolüyle ele alma iddiasında olan aynı isimli film de, yine akılda kalan birkaç sahnesi haricinde (özellikle donmuş göl üzerinde savaş sahnesi) pek iz bırakmayan bir filmdi. Bütün bunlar hep İlk Gün’ün kredisinden yiyen filmlerdi. Sonra Tetikçi (Shooter) geldi. Merak ediyorsanız söyleyeyim, İlk Gün’ün kredisi biraz daha eriyor.

Esas oğlanımız Bob Swagger, tam bir vatanseverdir. O kadar vatanseverdir ki Amerika uğruna Dünya’nın öbür ucunda,a4a2ea5bad7fc4499ffcbb8xk6 ta Etiyopya’da,  hem de gayrı resmî olarak insan öldürmektedir. İlk kazığı böyle yer zaten. Düşman hattının gerisinde terk edilir, aynı zamanda kankası olan gözcüsü de ölür. Adamımız bundan sonra inzivaya çekilir. Bir gün, Yarbay Isaac Johnson adında biri ziyaretine gelir. Amerikan başkanına suikast düzenleneceği konusunda ihbar alındığını öğrenir, eski bir keskin nişancı olarak başkanın nasıl vurulacağı konusunda istihbarat çalışması yapması için güç bela da olsa ikna edilir. Swagger, başkanın gezi programında bulunan her yere gider. Keskin nişancı gibi düşündüğü için suikastın nerede ve nasıl işlenebileceğine dair bir rapor hazırlar. danny_glover__elias_koteas___mark_wahlberg__rade_sherbedgia_and_jonathan_walker_in_shooter_movie_imageBüyük gün gelir ve... Başkan değil, yanındaki Etiyopya Başpiskoposu vurulur. Suç Bob Swagger’ın üzerine atılır. Deliller ekilir. Ama Bob Swagger paçayı kurtarır. Vurulmuş olsa bile kaçar. Ancak yeminini bozmuştur artık. Devlet kendisini 2. kez keten pereye getirmiştir ama Swagger bu sefer inzivaya çekilmeyecektir. İntikamını almaya kararlıdır.

2 saat boyunca bir “klişeler resmî geçidi” izliyorsunuz. Hatta filmin bazı yerlerinde Cüney Arkın'ın ekrana fırlayıp nadide 59401581id4Türkçe'siyle “mbırag o gızı” diye  Elias Koteas'ın üzerine yürümesini bile bekledim diyebilirim. Zaten bu tür filmlerin izlediği belli formüller vardır. Mesela adamımız mutlaka önceden bir kazık yemiştir. Bu yüzden görevi almak istemez ilk başta. Kazığı yedikten sonra mutlaka ağır bir darbe alır. Vurulur mesela. Bu hasarın etkisinden de mutlaka karşı cinsten birinin etkisiyle kurtulur. Zira ergenleri filme çekecek bir öpüşme/sevişme sahnesi gereklidir.  shooter SPLASH3Ayrıca esas oğlanla müstakbel suç ortağı ve zevcesine hariçten yardım eden bir kişi daha vardır. Kötü adamların arasında mutlaka bir sadist olmalıdır. Baş kötü elini kirletmez, pis işlerini sağ kolu olan o sadiste yaptırır. Bu sadist, filmin bir yerinde mutlaka adamımıza yardım eden ve taze âşık olan hatunu ele geçirir. Hatunun bu sadistin elinden nasıl kurtulduğu konusunda bir fikir birliği içinde değildir senaristlerimiz. Film fazlaca maçoysa adamımız gelip kurtarır, bazen de hanım kızımız kendi çabasıyla kurtulur ki onun da yıkılmaz bir kale olduğu, shooter3esas oğlanımıza uygun bir zevce olduğu anlaşılsın. Sadist, mutlaka baş kötüden önce öldürülen son düşman olmalıdır. En son kötü adama gelinir. Bir ara paçayı kurtarırmış gibi olur esas oğlanın elinden ne uçan, ne de kaçan kurtulduğundan en sonunda kaderine boyun eğer. Kötüler cezasını bulur, şiddet yüceltilir, âşıkların kavuşmasıyla cinsellik de yüceltilir, biz de ilkel benliğimizi tatmin edip mutlu bir şekilde evimizin yolunu tutarız. Tetikçi, bu formülü oldukça tutucu bir şekilde izliyor. Bayık mı? Kesinlikle. Finaldeki avukatın meslekî ilkelerine aykırı davranışıysa tam bir facia. Yani bol klişe, beter son şeklinde özetleyebiliriz filmi.

Biraz oyunculuklardan ve rejiden bahsetmek istiyorum. Başrol için Mark Wahlberg seçilmiş. O da "dur şöyle dik dik bakayım da shooter1 aksiyon olsun" zihniyetiyle yaklaşmış rolüne ama 3 numaralı bakış da aksiyon filmlerinin klişelerinden biridir zaten. Wahlberg'in Büyük Bela (The Big Hit) gibi keyifli filmlerini izlemiş olsam da, pek parlak bir oyuncu olarak görmüyorum kendisini. Burada da aksiyon sahnelerindeki atletikliği dışında pek bir hüneri yok. Yine aksiyon filmleriyle ün yapmış Carl Urban, Matt Damon, hatta güreşçiden dönme Dwayne “the Rock” Johnson bile bu kadar ruhsuz görünmüyor gözüme. Buna karşın “keşke Mark Wahlberg yerine onlar olsaydı” da demiyorsunuz. O kadar kötü değil yani. Mark Wahlberg ne kadar kötüyse, ons4pn.jjezoe.1c4q5w Danny Glover da o kadar muazzam. Kendini beğenmişliği, küstahlığı ve tıslayarak konuşmasıyla karakteri için gerçekten güzel bir portre çizmiş. Elias Koteas da sadist yaver kötü rolünü doldurmasıyla burada bahsedilmeyi hak eden bir isim. Acemi FBI ajanı rolündeki Michael Peña’yla yakın zamanda Kıyamet Günü (Doomsday) filminde gönlümü çelen Rhona Mitra da önemli rollerde kendilerini gösteriyorlar. Tıpkı Güneşin Gözyaşları’nda olduğu gibi, Antoine Fuqua aksiyon sahnelerinde hünerini ve disiplinini konuşturuyor ama klişelerle dolu senaryo belini büküyor.

Yazının başlığı “Tetikçi’yi Anlamak”. Eh, filmi de pek beğenmemişim gördünüz üzere. Peki madem bu kadar kötü film, nesini anlayacağız Tetikçi'nin? Anlaşılması bu kadar zor bir film midir bu? Hayır, değildir. Bu kadar yerden yere vurduğum bir film hakkında yaklaşık 3 A4 sayfası uzunluğunda yazı yazmaya tenezzül etmemin sebebi, beni zayıf noktamdan vurmuş olması. sixth_day Film, özellikle 11 Eylül sonrası tüm Batı medeniyetlerinde (ve Batı medeniyetinin uydusu olarak bizde de) oluşan özgürlükleri kısıtlayıcı, hatta baskıcı ortamda daha fazla önem kazanan bir sistem eleştirisi içeriyor. Tetikçi'yi izlerken bir yandan da bugüne dek Koşan Adam’dan (The Running Man) Kumpas’a (Most Wanted), 6. Gün’den (The 6th Day) Richard Kimble’lı ünlü Kaçak'a (The Fugitive) kadar pek çok film aklıma geldi. Aksiyon sineması içinde bir alt türe ait olan bu filmlerin ortak özellikleri sistem eleştirisi içermeleri. 6. Gün, Kaçak ve Koşan Adam para hırsına, dolayısıyla kapitalizme yüklenirken (ve bir anlamda türde seksenli yılların geleneğini devam ettirirken), 11 Eylül sonrasının psiko-politik ortamında çekilmiş olan Tetikçi, derin devlet senaryoları üzerinden gidiyor. Filmde Amerika’nın pis işleri gayet güzel bir şekilde  sergilenmekte. Örneklerle açalım. Amerikalılar için yabancı ülkede asker terk etmek büyük olaydır. Askerin ölüsü bile geri getirilir. Filmin açılışındaysa Swagger’la gözcüsü terk ediliyor ve gözcü ölüyor. Küçük bir detay gibi görünse de, Amerika'nın dünyadaki süper güç konumunu korumak uğruna kendi ilkelerini bile yıkmayı göz aldığını göstermesi bakımından önemli. Bu “satış” olayının arkasındaki, Amerikan devletinin içinde bağlantısı olan grup, “Amerikan çıkarlarını korumak adına” fugitiveAmerika içinde de suikastlar düzenliyor. Suikastın suçunu üzerine yıktığı tek bir kişiyi yakalamak için devletin tüm imkânlarını seferber ettiği gibi, kendisini de adaletin üzerinde görüyor. Üstelik, gerçekten de üzerinde. Filmin karakterlerini, aksiyonunu, rejisini, hatta senaryosunun genelini istediğiniz gibi eleştirebilirsiniz ama hakkını verelim, ortaya koyduğu komplo teorisi pek öyle yabana atılır gibi değil. Bunun petrol için yapılıyor olması da, buram buram “Irak işgali” göndermesi kokuyor. Komplo teorileri üzerinden yapılsa da, bu bir sistem eleştirisi. Bunu da Amerikan sineması gibi yapan yok.  Zaten başka yapan da pek yok. Olabilir mi? Tartışılır. Sistem Batılılar'ın. O yüzden en serbest, en eleştiriye açık bir şekilde orada uygulanıyor. Söz gelimi oligarşik kapitalist devlet yapısına sahip ülkemizde böyle bir film çekilebileceğini hayal bile edemiyorum. Sadece devlet de değil. Kurtlar İmparatorluğu (Empire des loups, L') filminin yönetmeninin film çekilirken Türkiye'yi kötü gösterecekleri bahanesiyle mafyadan tehdit aldığını açıklamasını, daha 2-3 ay önce belgesel çekimi için Kayseri'de kale duvarına asılan Haçlı bayrağını gören bazı insanlarımızın olay çıkarmalarını, bir de göğüslerini gere gere “biz gericiyiz kardeşim, o bayrak oradan inecek” diye bağırdıklarını düşünüyorum da, daha 40 fırın ekmek yememiz lazım diyorum. 18406430Farklılıklar, eleştiriye tahammül gibi kavramlar biz de çok oturmuş değil. Kısa vadede oturacak gibi de görünmüyor. Avrupa deseniz, “sanat sanat içindir”in peşindeler. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum ancak tutturdukları yol genel itibariyle böyle filmler çıkmasına pek imkân vermiyor. Diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha çok aşina olduğum Fransız veya İspanyol sinemasının nadide filmleri tür olarak çok farklı kulvarlarda koşuyorlar. Avrupa'nın popülarite denince akla gelen ilk ismi Luc Besson da kendini prodüktörlüğe verdikten sonra oradan yana hiç ümidim kalmadı. Son ümidim Uzak Doğu veya yeni yeşermeye başlayan Rus sineması. Onlardan da bu mahiyette bir film izleyebilmiş değilim henüz.

Peki bu film üzerinden hareketle anlattığımız türü takdir etmeli miyiz? Bu zekâ seviyesinde yapıldığı sürece hayır. Tetikçi, seyircisinin kafasında soru işaretleri uyandırmaktan fight_club_ver1 çok uzakta olunca sistem eleştirisi sadece bu tarz filmlerin alıcılarını sinemaya çekmek için yapılmış gibi duruyor. Sistemden ziyade, içerdiği eleştirinin samimiyetini sorgulatıyor. Seyircisini iki saat boyunca dünyevi sorunlardan uzaklaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. İzleyenler de “film işte” deyip geçiyorlar. Peki yapmalı mı? Seyircisini düşünmeye itmeye mecbur mudur bir film? Değildir elbette, ancak yaparsa da iyi olur. Sinema, bir eğlence aracı değildir sadece. Bir sanat dalıdır. Sistem eleştirisi de sorumluluk isteyen bir şeydir. Eleştiriyi Tetikçi filmi gibi ortalamanın altında bir zekâ seviyesine hitaben yaparsanız, tam tersi etki alırsınız. İnsanlar eleştirileri ciddiye almamaya, “film işte” deyip geçmeye başlarlar. conspiracy_theory Hikâyeniz işlevini tamamen yitirdiği gibi, bu durumun tekrarı halinde aynı işleve sahip eli yüzü düzgün senaryolar da görevlerini yerine getirememeye başlarlar. Bu işi layığıyla yapan Dövüş Kulübü (Fight Club), Komplo Teorisi (The Conspiracy Theory) gibi filmlerin, daha az aksiyon içermelerine rağmen seyircilerinin gözünde çok daha kalıcı bir yere sahip olmalarının sebebi de zannedersem bu. Hikâyeleri amaçlarına ulaşıyor çünkü. İnsanları bir şeyler düşünmeye sevk ediyorlar. Sonuçta gene “film işte” diyenler olacaktır. Hatta çoğunluk öyle diyebilir, ancak bir kişiye bile “acaba?” sorusunu sorduran film, benim gözümde amacına ulaşmış demektir. Tetikçi, bu soruları sordurmaktan çok uzak bir film. Hatta Yıldız Savaşları filmlerinin onca janjanının altındaki sistem eleştirisinin bile daha samimi olduğunu söyleyebilirim.

Sonuç itibariyle, Tetikçi haklı bir dava uğruna çıkıyor yola. Bir sanat dalının, bir sanatçının politik eleştiri yapması önemli ve gereklidir. Bir metal müzik dinleyicisi olarak, bunun önemini anlayalı çok uzun yıllar oluyor. Ancak filmin vardığı nokta, hikâyesinin amacına hizmet etmiyor. Hatta bıraktığı etki tam tersi istikamette. Belki de bu yüzden Tetikçi'den ziyade çağrıştırdıklarıyla ilgili bir yazı oldu bu. Bizimse daha ziyade Dövüş Kulübü gibi filmlere ihtiyacımız var. Tek cümleyle özetlemek gerekirse: İyi niyet, kötü film.

Hiç yorum yok: