22 Şubat 2009 Pazar

88 Dakika: Kendi Kalesine Son Dakika Golü Atan Film

image

Künye:

Yönetmen:
Jon Avnet
Senaryo:
Gregory Scott Thompson
Yapımcı:
Jon Avnet
Yapım yılı:
2007
Oyuncular:
Al Pacino
Alicia Witt
Leelee Sobieski
William Forsythe
Neal McDonough
Amy Brenneman

IMDB | Filmin Resmî Sitesi | Filmin Fragmanı

Düşünün bir kere. Adlî psikiyatrsınız. Verdiğiniz rapora göre insanları idama gönderiyorsunuz veya beraat ettiriyorsunuz. İşinizi ne kadar iyi yaparsanız yapın, yanılmanız durumunda geri dönüşünüz yok. 1000 vakadan birinde hata yapsanız, 999 kişide haklı çıkıp da 1 kişiyi haksız yere idama gönderseniz, bu vicdan azabıyla yaşayabilecek misiniz? Ben aynada kendi yüzüme bakamazdım şahsen. İşin bir de garez boyutu var. İpe gönderdikleriniz veya yakınları sizden pek hazzetmeyeceklerdir. Bu kinlerini çok farklı ve tehlikeli biçimlerde dışa vurabilirler. Sizi geçtim, sevdiklerinize zarar verebilirler. 88 Dakika filminin bana düşündürdüğü ilk şey bu oldu: Bu iş, benim harcım değil. Ama birilerinin de yapması lazım. Yapabilen buyursun.

image Sınıf hazır. Profesör Jack Grimm birazdan gelerek
bilgilerini gelecek nesillere aktarmaya başlayacak.

Filmimiz, 1997 yılında başlıyor. Aynı evde kalan iki kız kardeşten biri, seri cinayetler işleyen kasap bir katil tarafından öldürülüyor. Diğeri de katilin eline düşüyor ama çığlık atarak kurtuluyor. Bu çığlık, katili de yakalatıyor. Zanlı mahkemeye çıkarılıyor ve bir yıl kadar sonra idama mahkûm ediliyor. Bu kararda kilit rolüyse adlî psikiyatri uzmanı, baş kahramanımız Dr. Jack Gramm üstleniyor. 9 yılın sonunda, 2007 yılında, mahkûmiyet kararının 1 gün sonrasında idam edilmesi karara bağlanıyor. O gün gelip çatıyor. Jack Gramm bir gece önce öğrencileriyle birlikte âlem yapıyor ve mahkûmiyeti kutluyor. Sabah partide tanıştığı bir kadının yanında uyanıyor. Ancak kahvaltı ederken acı haber geliyor: Öğrencilerinden birinin kasap tarafından öldürüldüğünü öğreniyor. Bürosunda önceleri yaşından dolayı küçümsediği, psikolojik üstünlük kurmak için yaşının küçüklüğüne ve tecrübesizliğine atıfta bulunduğu ajan tarafından fena halde sıkıştırılıyor ve yanlış insanı mahkûm ettirmiş olabileceği üzerinde bulunuluyor. Sonra ders verdiği üniversiteye gitmek için bürosundan çıkıyor. İşte o anda cep telefonu çalıyor. Garip bir ses, 88 dakika sonra öleceğini söylüyor ve kapatıyor. Yani Jack Gramm'in neler döndüğünü anlayabilmesi için 88 dakikası var. Film, buradan sonra 88 dakika süren (filmin gerisi neredeyse gerçek zamanlı olarak akıyor) bir koşuşturmacanın içine çekiyor sizi ve gerçekten sürüklemeyi başarıyor. Film boyunca çeşitli suikast girişimleri, katilin Jack Gramm'in hayatıyla ilgili ince detayları bildiğini gösteren imalar filan derken işler iyice ilginç bir hal alıyor ancak “kahramanımız”a biraz kendi iş bitiriciliği, biraz da sadık sekreteri Shelley Barnes ve kendisine âşık olan asistanı Kim Cummings'in çabaları bu süreçte yardımcı oluyor.

imageAsistan Kim Cummings, platonik bir aşk beslediği profesörüne
yardımcı olurken görülüyor. Jack Grimm ansızın ortaya çıkan
taksiden kurtarmak için asistanına sarılıyor. Aslında taksi filan bahane.

Film, bu esnada konusuyla ilgili ilginç bazı yasal argümanlar tanımlamaktan da geri kalmıyor. Delilik, yasal bir kavram. Ancak bir insanın deli olması suç işlediği anlamına gelmiyor. Aynı şekilde, deli olmayan biri de suç işleyebilir. Örneğin tarihteki en büyük seri katillerden Ted Bundy, yasal olarak deli kavramına uymuyor. Bu durumda, bu adamın cinayeti işleyip işlemediğini belirlemek adlî psikiyatra düşüyor. Psikiyatr önüne gelen vakalarda objektif davranmak, ne olursa olsun fikirlerini işin içine karıştırmamak, karşısındaki zanlının suçu işlediğine kanaat getirse bile tarafsız olmak zorunda. Jack Gramm'in ifadeleriyle söylememiz gerekirse “kendi fikirlerimiz olabilir ama bunları mahkeme salonuna girerken kapıda bırakmamız gerekir. Filmin bu bilgileri verdikten sonra elini taşın altına sokacağını, eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşacağını veya Richard Gere ve Edward Norton'lu İlk Korku (Primal Fear) filminde olduğu gibi yasal boşluklardan faydalanan kötü adamın paçayı sıyıracağı bir film izleyeceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Filme klişe dersek haksızlık olur belki suya sabuna dokunmadan, politik açıdan “doğru” bir çizgi izliyor ve kendisini izletmek için kurgusuna ve oyuncularının gücüne güveniyor.

imageProfesör Jack Grimm, katilllerin zihnini okumakta gösterdiği başarıyı
öğrencilerine karşı gösteremiyor.

Acaba söz konusu oyunculuklar, filmin seyirciyi sürüklemesi için yeterli mi? Kesinlikle evet! Al Pacino konusunda fazla bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Her filmde olduğu gibi, bu filmde de sahneyi dolduruyor. Köstebek (The Insider) filmindekine benzer bir monologu yok ama filmi doldurmasını biliyor. Gramm'in eşcinsel sekreteri Shelley Barnes rolündeki Amy Brenneman'ın da Al Pacino'dan aşağı kalır yanı yok. Birlikte oldukları sahnelerde, oyuncuların kimyaları da tuttuğundan karakterleri arasında yılların samimiyeti olduğunu gayet güzel bir şekilde veriyorlar. Bahsedilmesi gereken bir diğer isimse, Özel Ajan Frank Parks rolündeki William Forseythe. Forseythe, filme ağırlığını yavaş yavaş koyuyor ancak işler kızıştıkça, karakterinin üzerindeki baskı arttıkça, oyuncu da kendini gösteriyor. Özellikle sonlara doğru Al Pacino'yla karşılıklı oynadıkları kısacık sahnede her iki oyuncu da döktürüyor. Çok az görünse de, kasap katil Jon Forster rolündeki Neal McDonough da akılda kalmayı başarıyor. Geri kalan oyuncular da görevlerini yapıyorlar ama ne iyi, ne de kötü anlamda göze çarpan bir performansları yok. Aynı şeyi reji için de söylemek mümkün. Amerikan sinemasının iyi yaptığı her şeyi yapıyor ama olağanüstü bir başarıdan söz etmek mümkün değil. Ancak filmin sürükleyici ve heyecanlı olmasını göz önünde bulundurarak yapım ekibinin görevini yerine getirdiğini söyleyebiliriz.

image
Oyunculuk açısından filmin en çok keyif veren ânı,
iki aktörün ustalıklarını konuşturduğu bu sahne.

Peki 88 Dakika neden bir klasik değil? Elinde gerekli malzemeler var. İyi oyuncular, eli yüzü düzgün bir konu, başarılı bir kurgu, bunların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir sürükleyicilik hali. Peki nedir 88 Dakika'yı tutan şey? Cevap veriyorum: Senaryodur. Konuya diyebileceğim bir şey yok. Gayet başarılı. Ancak filmin 30. dakikasında, daha ilk göründüğü sahnede söylediği tek cümleden katilin kim olduğunu doğru tahmin edebiliyorsam, filmin ilerleyen dakikalarında seyircileri yoldan çıkarmak için senaryonun önüme attığı yemleri de yemiyorsam, konu güzel bile olsa işlenişinde bazı sorunlar var demektir. Filmin en önemli sıkıntısı, şüpheli sayısının azlığı. Bir anlamda filme bir Agatha Christie dokunuşu lazım. Hepsi eşit sayıda şüpheli bir sürü insanın arasında vakti dolmadan yönünü bulmaya çalışan bir adamın hikâyesi çok daha heyecanlı olurdu. Üstelik filmin konusu itibariyle, elinde bunu yapmak için fırsat da var. Çünkü başta öğrencileri olmak üzere, Dr. Jack Gramm'in çevresinde bir sürü insan var. Ancak film, bu insanların pek çoğu üzerinde durmuyor. Sadece iki, üç karakterle işi halletmeye çalışıyor ve katil de bunlardan biri çıkıyor. Bu da polisiye keyfini az da olsa baltalıyor tabii.

image
“Tamam canım. Bir ekmek, iki süt, bir paket Sinangil un, 5’li kabartma tozu.”

Filmin senaryosuyla ilgili bir diğer sorunsa boşluklar. Örneğin filmin başında öldürülen kız kardeşlerden birinin çığlık atmak yerine neden doğranmaktan zevk alıyormuşçasına inliyor acaba? Maksat katliam olsun, belki bir saat 45 dakikalık bir film çıkarırız hesabı mıdır bu? Filmin sonlarına doğru asistanının neden ortadan kaybolup da Gramm'in bürosuna gittiği de ayrı bir muamma. Tam da en gitmemesi gereken zamanda, en gitmemesi gereken yere gidiyor. Bu da film biraz daha uzasın zihniyetidir zannedersem. Ayrıca filmin boyunca şakır şukur öldürülen kadınların üzerinde Jack Gramm'in sperm örneğinin bulunması ve FBI'ın buna dayanarak Gramm'in suçluluğuna kayıtsız şartsız inanması da ayrı bir saçmalık. Film, katilin o spermleri eline geçirebileceği bir fırsat yaratıyor ama tek gecelik ilişkileriyle meşhur bir insanın korunmasız ilişkiye gireceğini, üstelik bunu da cinayet işlerken yapıp FBI'ın eline koz vereceğini düşünmek enteresan. Elbette bunlar ipucudur ve incelenmesi gerekir ama filmdeki ajanlar doğrudan Gramm'in suçlu olduğu kanaatine varıyorlar. Bu zihniyeti de “maksat heyecan olsun da nasıl olursa olsun” olarak tasvir edebiliriz.

image Ya telefon, ya silah. Film boyunca Al Pacino’nun eli hiç boş kalmıyor.

Son olarak eklemek istediğim bir şey daha var. Hollywood, bugüne dek adaletle ilgili pek çok film çekti. İçlerinde Richard Dreyfuss ve Barabara Streisand'lı Çetin Ceviz'den (Nuts) Kardeş Gibiydiler'e (Sleepers) gerçek öykülerden esinlenilenler, Birkaç İyi Adam (A Few Good Men), yakın zamanda izlediğimiz Tanrı'nın Vadisi'nde (In The Valley of Elah) gibi askerî adaletle ilgili olanlar, Şehrin Azizleri (The Boondock Saints) veya Jüri (Runaway Jury) gibi insanların sistemi bir kenara fırlatıp adaleti kendileri sağlamaları durumunda olabilecekler üzerinden eleştiri yapanlar vardı. Tarzları farklı olsa da, tek bir ortak noktaları vardı: Adalet yüceltmek. Adalet, daha iyi bir dünyanın anahtarıydı bu filmlerde. Ancak son dönemde ne hikmetse bu anlayış terk edildi, zihniyet “Adalet mülkün temelidir”den “Şeriatın kestiği parmak acımaz”a doğru kaydı. 88 Dakika, işte böylesine faşizan zihniyette bir film. Gramm diyorsa doğrudur. Gramm bir adalet makinesidir. Gramm, kurallara uymasa da bu mutlaka daha yüksek bir amaç içindir. “Biz yaparız, biz buluruz, yakalarız, yanılmayız, kendimizden o kadar eminiz ki, mahkûm ettirmek için hile bile yaparız” durumu söz konusu. Hal böyleyken, 88 Dakika da golünü son dakikada atıyor ama maalesef kendi kalesine. Sürükleyici bir film olsa da kendini biraz fazla ciddiye alıyor. Sonunda büyük bir sürpriz varmış gibi davranıyor ama karakter kıtlığından dolayı bu durum istenen etkiyi yaratmaktan uzak. Bu kadar minimalist bir senaryo yazarken, belki de hiç böyle bir iddiada bulunmamak lazım. Belki de Babylon 5 dizisinde veya Dövüş Kulübü'nde olduğu gibi sonda olacakları baştan göstermek, sonra hikâyeyi alakasız bir yere geri sarmak ve sürprizlerle dolu bir şekilde oraya varmak, bu arada finalle ilgili başta görünmeyen detayları da vermek en güzeli. Çünkü 7edi (Se7en) ve Olağan Şüpheliler (The Usual Suspects) gibi filmleri izleyerek kaşarlanmış seyirciler için 88 Dakika'nın “sürpriz” finali çıtır çerez gibi geliyor. Yine de oyuncularının ve sürükleyici kurgusunun hatırına bir kez olsun izlenmeyi kesinlikle hak ediyor.

Hiç yorum yok: