22 Şubat 2009 Pazar

Babil: Tüfekten Bir Kulenin Etrafında Farklı Dilden Hayatlar

image

Yönetmen:
Alejandro Gonzales Iñarritu
Senarist:
Guillermo Arriega
Yapımcı:
Alejandro Gonzales Iñarritu
Yapım Yılı:
2006
Oyuncular:
Brad Pitt
Cate Blanchett
Muhammed Akzam
Adriana Barraza
Rinko Kikuchi
Bobker Ait El-Cahit
Sait Tarchani
Kôji Yakusho
Gael Garcia Bernal

IMDB | Filmin Resmî Sitesi | Filmin Fragmanı

Babilliler Tanrı'ya bayılmaktadırlar. O kadar çok sevmektedirler ki, bir an evvel kendisine ulaşmak istemektedirler. Öyle ölmeyi filan bekleyemezler. Bunun üzerine bir aklı evvelin fikri gelir. Tanrı katına ulaşmak için bir kule inşa edilecektir. Ülkenin en iyi mühendisleri, en güçlü işçileri, en kaliteli malzeme satan tüccarları seferber olurlar. Hepsi aynı dili konuştuklarından ve gül gibi geçinip gittiklerinden kule hızla yükselir. Babilliler çok kısa bir süre sonra Tanrı katına ulaşacaklardır. Tabii ne olursa ondan sonra olur. Babillilerin kibrine öfkelenen Tanrı, hepsine ortak dillerini unutturur başka diller verir. Artık kimse birbirini anlamadığından kule yarım kalır. İnsanlar Dünya'nın dört bir yanına dağılırlar.

image Merak edenler için, işte Babil Kulesi’nin temsilî resmi.

Evlat acısı. Üçüncü dünya ülkelerindeki sefalet. Polisin insanlık dışı davranışlarının sonuçları. Alıştığımız için kıymetini ancak kaybedince anladığımız şeyler. Japonya'da özürlü olmak. Japonya'da eşini kaybetmiş bir baba olarak ergenlik çağındaki özürlü çocuğunu tek başına yetiştirmeye çalışmak. Fas'ta insanların çocuk yaşta ellerine tüfek almaları. Evlilikte iletişimsizlik. Ortak değerleriniz olduğunu düşündüğünüz insanlar sizi terk ederken o güne dek küçümsediğiniz, farklı ülkelerin farklı inanışlarına sahip insanlarından yardım görmek. Etki edemeyeceğimizi bilmemize rağmen kötü olaylar karşısında hissettiğimiz suçluluk. Şiddet, ön yargı, art niyet. Düğün, dernek, eğlence. Vicdan, sorumluluk, korku. Her şeyin ortasında bir adet 270 kalibrelik Winchester N70 av tüfeği. Bütün bunları işleyen bir filmin adı Babil'den başka bir şey olamazdı zaten.

image Bu da filmin “Babil”i.

Filmin son derece basit bir konusu var aslında. Yaşadıkları büyük bir travmayı atlatmaya çalışan Amerikalı bir çift Fas'ta turistik bir gezidedir. Kadın, travma sonrasında kendisini yalnız bıraktığı için adamı suçlamaktadır. Birbirlerini hâlâ sevmektedirler ama bu sevgi, yaşanmışlığın ağırlığı altında hızla ezilmeye başlamıştır. Çiftimiz gezi programı uyarınca bir otobüse biner. Babalarının yeni alıp çakal vurmaları için teslim ettiği tüfeği deneyen iki çocuk, çiftin bulunduğu otobüsün geçtiği yola yakın bir tepede koyun otlatmaktadır. İçlerinden kötü nişancı olanı, tüfeğin menzilinin söylendiği kadar olmadığını düşünerek otobüse doğru ateş eder. Kardeşi iyi nişan alamadığını söyleyerek tüfeği devralır ve... Kadının başı kanlar içinde yanında oturan kocasına doğru düşer. Boynuna yakın bir yerden vurulmuştur. Hastaneye çok uzak bir noktadadırlar. En sonunda otobüsteki Arap'lardan biri kadını kendi köyüne götürmeyi teklif eder. Kadına ilk müdahaleyi de, köyün veterineri yapar. Bu olay, binlerce kilometre uzaktaki insanları da etkileyecektir. Çiftin iki çocuğunun bakıcısının biricik oğlu evlenmektedir ve bu olay yüzünden düğüne gidememe tehlikesiyle karşı karşıyadır. Japonya'da, işadamı olan babası polis tarafından aranan engelli genç kız Chieko, toplumda var olma savaşı vermektedir.

image Her şeyi başlatan, üç kıtadaki insanların kaderini etkileyen “o an”.

Cam hassasiyetiyle yoğurulmuş kırılgan temalar:

Aynı adlı efsaneden mütevellit, ismi Babil olan bir filmin, elbette ki işleyeceği ilk konu iletişimsizliktir. İletişimsizlik, Babil'in çizdiği Dünya portresinin her yerine yayılmış durumda. Kavram, en belirgin şekilde Brad Pitt'le Kate Blanchett'in canladırdığı Amerikalı çiftin hikâyesiyle işleniyor. Başlarından geçen travma, yani kundaktaki çocuklarının ölümü ve travma sonrasında sergiledikleri tutum, Robert ve Susan Jones için hâlâ bir tabu. Bu durum ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Susan konuşmak isterken Robert iletişim kurmayacağını açık ve net bir şekilde ifade ediyor. Kadının bu durum karşısında hissettiği öfke kendisini aşırı titizlik şeklinde gösteriyor. Çiftin barışması bile iletişimsizlik üzerinden işlenmiş. Susan Jones'un otobüste vurulması ve Robert'ın canını dişine takarak eşini hayatta tutmaya uğraşması, konuyu tartışmadan barışmalarını sağlıyor. İletişim kurmamalarına rağmen benzeri bir durumda, yine bir travma karşısında Robert Smith'in kaçıp gitmemesi, dolayısıyla bir önceki travma karşısında Susan'ın şikâyetçi olduğu tavrı sergilememesi, aksine canla başla uğraşarak doktor bulması, kendilerini köye getiren otobüsün gitmemesi için bir sürü insana karşı verdiği mücadele, karısını ikna etmeye yetiyor. Bu durum karşısında kadının öfkesi, dolayısıyla da titizliği geçiyor. Susan Jones'un tuvaletini altına yapması bu anlamda önemli. Siniriyle birlikte titizlik takıntısı da geride kalıyor.

image İşte iletişimsizliğin resmi.

Kapalı bir toplum olan Araplar, iletişimsizliğin bir başka boyutunu gözler önüne seriyorlar. Burada aile içi iletişimsizlik daha ileri boyutlarda. Amerikalı çift örneğinde iletişimsizlik bir travmaya bağlıyken burada olağan bir durum. Tüfeği eline alan çocuk yaştaki Yusuf ve Ahmet kardeşler arasındaki iletişimsizlik, kardeşlerle baba arasındaki iletişimsizlik filmde işlenen konular arasında. Hepsinin ötesinde, polis ve halk arasında tezahür eden toplumsal iletişimsizlik. Tabii iletişimsizlik için ille de kapalı toplum olmaya gerek yok. Japonya'daki Chieko ile babası arasında da hatırı sayılır bir iletişimsizlik söz konusu. Burada da sebep travma. Chieko'nun engelinin yanı sıra intihar eden annesinin cesedini de bulması, sadece babasını değil, bütün dünyaya karşı kendisini kilitleyip anahtarı kendisinin bile bulamayacağı bir yere saklamasına yol açıyor. Bundan kurtulmaya çalışmaya karar verdiğinde anahtarı bulmak için çok uğraşıyor. Hatta hikâyenin Japonya ayağı, daha çok Chieko'nun bu arayışı üzerine kurulu.

image Savul Dünya. Chieko geliyor.

Farklı diller konuşmanın, birbirini anlamamanın, iletişimsizliğin doğal bir sonucudur belki de önyargılar. Karşımızdakini anlamamızı güçleştiren, farklı olanı ötekileştirip yalnızlaştıran önyargılar, en çok Chieko ve Amerikalı çiftin çocuklarının İspanyol bakıcısı Amelia karakterleri üzerinden işleniyor. Chieko, yaşadığı travmalar yüzünden toplumu, toplum da bir anlamda engeli yüzünden Chieko'yu itiyor. Kendini bir yere ait olarak hissetmek isteyen Chieko, en sonunda zincirlerini kırmak istiyor ama bunun o kadar da kolay olmadığını görüyor. Çareyi, biraz da kolaya kaçarak cinsellikte aramaya başlıyor. Chieko'nun cinselliği yaşama isteğinin altında herhangi bir fiziksel veya duygusal ihtiyaç yatmıyor. O sadece bir yere ait olduğunu hissetmek, arkadaşlarından geri kalmamak, kabul görmek istiyor. Çareyi yanlış yerde aradığından hem cinselliği yaşamakta, hem de istediği kabulü görmekte başarılı olamıyor. Tutturduğu yolun kendisini istediği noktaya götürmeyeceğini anladıktan sonra ilk kez iletişim kurmayı başarıyor belki de. Babasını arayan, önce önyargılı bir şekilde yaklaştığı polis memurunun önünde çırılçıplak soyunup ilişkiye davet ettiğinde, davetinin geri çevrilmesi üzerine polise sarılıp ağlaması, en sonunda polisle yazarak kurduğu iletişim, Chieko'nun hayatında bir dönüm noktası. Film, bundan sonra babasıyla da ilişkilerinin düzeleceği imasında bulunuyor.

image Zamanında kızını dövmeyen Chieko’nun babası,
dizini dövmenin zamanının geldiğini düşünüyor.

Susan ve Robert Jones'un çocuklarının bakıcısı Amelia'nın hikâyesi, resmi otoritenin veya otoritenin yetki verdiği insanların önyargılarının nelere yol açabileceğini işliyor. Bu konuda Amelia ve çocuklarla birlikte kendisini Amerika'ya geri getiren kuzeni Santiago'nun da günahsız olduğu söylenemez. Yine de Amelia'nın geçerli bir sebebi var aslında. Hayatta bir kere gerçekleşecek olan bir olaya, yani oğlunun düğüne, Fas'ta yaşanan olaylar yüzünden gidemeyeceği söyleniyor. Çocukları emanet edecek kimse bulamayan Amelia, onları da yanında götürmeye karar veriyor. Amelia'nı Amerika'yla Meksika arasındaki ulaşımından sorumlu yeğeni Santiago'ysa, bir otorite figürünün kendisine karşı önyargılı olacağı önyargısını taşıyor. Başları da biraz bu yüzden belaya giriyor. Otoriteye boyun eğmeyeceğini göstermek için yaptığı çıkışlar, sınır devriyesinin aramasını uzatıyor ve en sonunda bir açıkları yakalanıyor: Çocukların Meksika'daki düğüne gidebilmeleri için ebeveynlerinin vermesi gereken izin kâğıdı yok. Santiago sınır noktasından kaçıyor. Amelia'yla çocukları çölün ortasında, karanlıkta indiriyor ve kaybolmalarına sebep oluyor. Aç ve susuz olarak çocuklarla bir başına kalan Amelia, en sonunda yardım bulmak için çocukları yalnız bırakıyor ve yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor: Tekrar devlet yetkililerine yakalanıyor. Çocukları bıraktığı yeri de bulamaması, olaya tuz biber ekiyor. Neyse ki çocuklar helikopterle yapılan bir arama sonucunda bulunuyor ama önyargılardan oluşan ikinci bir salvo, Amelia'nın çalışma izninin iptal edilip sınır dışı edilmesine yol açıyor.

image -İyi günler. Ben Latin kökenlilere karşı önyargı taşıyan faşo bir polis memuruyum.
-Memnun oldum. Ben de polislere karşı önyargılı olan, kendi çapında bir Latin’im.

Önyargı dendiğinde, Susan ve Robert Smith'in hikâyesinin de bize söyleyecek şeyleri var. Susan Smith'in biraz da kocasına duyduğu öfkeyle küçümsediği, ilk yardım uygulamak istedikleri halde kendisine dokundurtmadığı Faslılar, vurulduktan sonra kendisini kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Otobüste kendi medeniyetinden, kendi dininden olanlar onları orada bırakıp gitmek istiyorlar. Bunun altında Araplara, Müslümanlara duydukları önyargılar yatıyor. Ortada hiçbir sebep olmadığı halde, medya aracılığıyla inşa edilen korku imparatorluğu yüzünden bir Arap köyündeyken hayatlarının tehlikede olduğuna inanıyorlar. En sonunda da gidiyorlar. Ama köy, Susan ve Robert'ı terk etmiyor. Ellerinden geldiğince her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. En sonunda Robert Smith, kendilerini köye getirip evinde ağırlayan, her şeylerine koşturan Enver'e belki de hayatı boyunca bir arada görmediği kadar para teklif ediyor. Robert Smith bunu her şeyi satın alabileceğini düşünen Amerikan küstahlığıyla değil, iyi niyeti ve minneti yüzünden yapıyor. Adamın önerilen yüklü miktarda parayı reddetmesiyse önyargıların çirkinliğini bize bir kez daha vurguluyor.

image Dil, din, ırk ayırımı konusunda filmin duruşu çok açık. Resimde
arkası dönük olan Müslüman ve Arap Enver, Amerikalı bir Hıristiyan olan
Robert Smith’in eşini taşımasına yardımcı oluyor.

Filmin açık ve net olarak işlediği bir diğer kavramsa şiddet. Her şeyden önce film, üç kıtada anlattığı dört farklı hikâyenin ortasına bir şiddet sembolü olan tüfeği oturtuyor. Bu tüfek, çevresindeki hiç kimseye hayır getirmiyor. Kimileri mağdur oluyor, kimileri çocuk katili. Tüfek, sadece tüfekten kurtulana hayır getiriyor. Susan Smith soruşturmasının Japonya ayağı, polisle Chieko'nun karşılaşmasına, dolayısıyla Chieko'nun ilk kez iletişim kurmasına vesile oluyor. Şiddet, aynı zamanda toplumsal bir eleştiri olarak da kullanılıyor. Çocukların katil mi oldu? Döv gitsin. Oğlunla kızın arasında ensest kokan bir kıvılcım mı var? Döv gitsin. Polissin ve şüpheliyi konuşturamıyor musun? Şüpheliyi de, karısını da döv gitsin. Polise yakalanmak istemiyor musun? Çömel bir kayanın arkasına, bas tetiğe gitsin. Şiddet, kapalı bir toplumun İsveç çakısı, her derde deva çaresi ama hiçbir şeyi çözmüyor. Aksine her şeyin daha kötüye gitmesine vesile oluyor.

image Polis, Susan Smith’i vuran tüfeği satan adamı kibarca “sorguya çekiyor”.

Bir de sorumluluk kavramına el atıyor Babil ama daha önce saydıklarım kadar üzerinde durmuyor sanki. Yine de olayların çıkış noktasında Arap babanın büyük bir sorumsuzluk örneği göstererek ergenlik çağındaki iki çocuğun eline tüfek tutuşturuyor. “Oralarda normal böyle şeyler” diyebilirsiniz. Film de zaten çocukları tüfeği denemek için otobüse ateş ettirerek “oranın” normalinin ne kadar akılcı olduğunu sorguluyor. Filmin sorumluluk üzerine söyledikleri bu kadarla da sınırlı değil. Amelia oğlunun düğününe giderken, baktığı iki çocuğu yanında götürürken bunun için özel izin gerekeceği aklına bile gelmiyor. Bu, önceliklerimiz değiştiğinde sorumluluklarımızı ne kadar geri plana itebileceğimizin bir göstergesi âdeta. Santiago'nun alkollü olmasına ve sınır görevlilerinin onları içeri sokmamak için ellerinden geleni yapacağını bilmesine rağmen devriyelere diklenmesi de bu başlık altında incelenebilir. Öte yandan sorumluluğunu bilenlerin başına iyi şeyler geliyor. Bunu, özellikle Japonya'daki hikâyelerde görüyoruz. Geçmişteki sorumsuzluklarından ders alan baba, kızı Chieko'yla ilgilenmeye çalışıyor. Polis, sorumluluğunu bilip Chieko'nun davetine karşılık vermeyerek bir anlamda kurtulmasına vesile oluyor. Robert Smith, yine geçmişinden ders alarak sorumluluğunu duygusuyla eşini kurtarmak için amansız bir mücadele vererek hem eşinin hayatını, hem evliliğini kurtarıyor. Fazla açık edilmese de, sorumluluk kavramı filmin içinde önemli bir yer tutuyor.

image Sorumsuzluk mu, çaresizlik mi? Film, bunun kararını size bırakıyor.

Oyunculuklar konusuna gelelim. Babil'e Brad Pitt veya Kate Blanchett için gidenler biraz hayal kırıklığına uğrayacaklar. Bunun sebebi kötü oynamaları değil, az görünmeleri. Filmin afişi sizi aldatmasın. Filmdeki hemen herkes başrolde ve hepsi döktürüyor. Engelli Chieko'yu canlandıran Rinko Kikuchi'den tüfekle oynayan Yusuf ve Ahmet'i canlandıran Bubker Ait El-Caid'le Said Tarçani'ye, Amelia rolündeki Adriana Barraza'dan Smith çiftini köyünde ağırlayan Enver rolündeki Muhammet Akzam'a, yan rollerde otobüs yolcularından Fas polisine canlandıranlara ve elbette Brad Pitt'le Kate Blanchett'a kadar herkes ödüllük performanslar gösteriyorlar. Buna karşılık filmin her bünyeye göre olmadığı da muhakkak. Aşırı durgunluğu bazılarını sıkabilir. Sırasız montaj yüzünden özellikle başlarda takibinin zor olması bazı bünyelerde alerji yaratabilir. Ancak gerek işlediği konular, gerekse işleyiş biçimiyle Babil, bütün bu zorluklara göğüs gerenleri fazlasıyla ödüllendiriyor. Her ne kadar tahmin etmiş olsam da, Japonya hikâyesinin diğerlerine bağlanması bende anlatım bakımından bir tatmin duygusu uyandırdı.

image Oyunculuk demişken…

Yukarıdaki incelemede bazı çelişkiler var gibi görülebilir. Bir paragrafta bir şeyden dolayı eleştirilen karakter, bir başka paragrafta aynı konuda aklanıyormuş gibi gelebilir. Bunun sebebi, Babil'in anlattığı hikâyelerin çok boyutlu olması. Filmlerin görevi hikâye anlatmaksa eğer, bu film bu konuda zirveye oynuyor. Babil, birden fazla bakış açısı katarak işlediği kavramlarla bir Dünya portresi çiziyor âdeta. Her medeniyeti bu kavramların içine eğrisi ve doğrusuyla, yargılamadan yerleştiriyor. Bu yüzden Babil'i izleyip de sevmemişseniz, sebebi onu bir film olarak görmenizdir. Babil, hayattır.

1 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.