18 Haziran 2007 Pazartesi

Pirates of the Carribean: At the World's End

Karayip Korsanları üçlemesinin son filmi, 25 mayısta seyircilerle buluştu ve filmin hayranlarını ikiye böldü. Kimi "aksiyon yetmezliği" çekerken, kimi konuya dayalı anlatımın son yarım saatte muazzamlık sınırlarında dolanan bir görsel şöleni tetiklemesini beğendi. Ben de ikinci gruba dahil biri olarak görüşlerimi paylaşmak istedim.

Gore Verbinski, güldürü kökenli bir yönetmen. Belki de bu yüzden, ilk iki Karayip Korsanları filminde aksiyonla güldürüyü bu kadar iyi harmanlamıştı. Karayip Korsanları, Meksikalı (The Mexican) ve Halka (The Ring) filmlerinden sonra yönetmenin ünlenmesinde büyük payı olan Mousehunt filmindeki anlatımına bir dönüş niteliği taşıyordu. Yapımcı Jerry Bruckheimer'ın dokunuşları ve Johnny Depp'le Geoffrey Rush'ın oyunculukları da eklenince hem gişede, hem de eleştirmenler nezdinde başarılı olan bir yapım ortaya çıktı. İkinci film, ilkinin üzerine yeni karakterler ekledi ve hikâyeyi de geliştirdi. İlk filmde şöyle bir bahsi geçen ve pek çok ünlü oyuncunun reddetmesinden sonra Bill Nighy'nin bol makyajlı ve bilgisayar efekti destekli yüzüyle can bulan Davy Jones tiplemesi o kadar başarılıydı ki, filmi Jack Sparrow kadar götürüyordu denebilir. Yeni karakterler, yeni mekânlar, konuya eklenen hoş tatlar derken, ufak kusurlarına rağmen belki de Star Wars V: Empire Strikes Back kadar iyi bir devam filmine imza atıldı. Bunun doğal sonucu olarak da üçüncü filmden çok büyük şeyler beklemeye başladı seyirciler.

Yönetmen Gore Verbinski, üçüncü filmde bu beklentileri pek takmadığını, amacının iyi bir film çekmek olduğunu herkese gösterdi ve devam filmlerinin hastalıklarından biri olan "aynı şeylerin daha fazlası" (daha büyük tencerede pişen temcit pilavı?) hastalığına yakalanmadan yeni bir Karayip Korsanları filminin altına imza attı. Evet, aksiyon dozu ilk iki film kadar yüksek değil. Evet, mizahî yaklaşım olarak da ilk iki film kadar parlak değil. Film, halefleri gibi Jack Sparrow'a değil, senaryoya dayanıyor çünkü. Peki bu, kötü bir şey mi? Perdede görmeyi beklediğiniz filmi göremediğiniz muhakkak ama filmin doruk noktası olan finalinin bu sayede daha bir anlamlı, daha bir görkemli göründüğü de bir gerçek. Açıkçası Rahmetli'nin Sandığı (ay, pardon Ölü Adamın Sandığı) filminin başındaki gereksiz, Jack Sparrow'u yerlilerin elinden kurtarma konulu aksiyon sahnesi yerine konuyu zenginleştiren ama aksiyon içermeyen bir yaklaşımı yeğlerim. Bu filmde de yapılmaya çalışılan şey o. Film boyunca anlatılan bütün entrikalar, taraf değiştirmeler, çıkar çatışmaları vs, filmin bütçesinin yarısından fazlasını emdiğini düşündüğüm son yarım saate çalışıyor. O kadar düğüm olmasa, Siyah İnci'yle Uçan Hollandalı kapışırken düğümlerin teker teker çözülmesi izleyiciye böyle keyif vermezdi. Sırf aksiyondan oluşan bir filmde bu etki yaratılamazdı bence. 168 dakikalık filmin ilk kurgusu üç saatin üzerindeymiş. Belki de bu yüzden kimin, kime, nerede ve niye ihanet ettiğini takip etmeniz zor olabiliyor bazen ama bir şekilde bir yerinden yakalıyorsunuz. Bir diğer şikâyetimse Kalipso olayı. Neden böyle filmlerde büyük şeyler hep yanı başımızdaki karakterlerden çıkar? Neden alakasız biri olmaz? Neden Yıldız Savaşları'nda Luke'un kardeşi Leia çıkar mesela? Maliyeti düşürmek için mi? Kalipso olayı da biraz öyle olmuş ama bu sayede birtakım şeylerin açıklanması yüzünden Luke-Leia kardeşliği kadar yavan ve amaçsız durmuyor. Yavan ve amaçsız duran tek şey Jack Sparrow'un şizofrenisi. Hikâyeye pek bir artısı yok ve filmin hayranlarının Johnny Depp açlığını gidermek için yapıştırılmış gibi duruyor.

Kısacası aksayan yönlerine rağmen iyi bir film olmuş Karayip Korsanları: Dünya'nın Sonunda. Aksiyon dozunun düşüklüğünden kaynaklanan "berbat film" yakıştırmalarına kesinlikle katılmıyorum. Sadece ilk iki filmden farklı bir yaklaşıma ve ağırlık dengesine sahip, bambaşka bir formül izleyerek kendini tekrar tuzağına düşmeyen, bunun da altından kalkmayı kılpayı da olsa başarabilen bir film. İzlenmeli.